DP Döneminde Uluslararası Politika
Daha önce II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Batı ittifakına dahil olmak istemesinin nedenleri üzerinde durmuştuk. Bu kısımda genel olarak Türkiye’nin NATO’ya girişi ve bölgesel paktlarla komünizme karşı oluşturulması planlanan ittifaklar silsilesinin parçası olması hakkında bilgi verilecektir.
Soğuk Savaş atmosferi Türkiye’de hem iç siyasetin dinamiklerini hem de uluslararası politikada arayışları biçimlendirmiştir. Ülke içinde “müesses siyasetin” stratejisi Rusya’ya karşı Batı ittifakının güvenlik şemsiyesi altına girmektir. Bu çerçevede dönüm noktası Türkiye’nin NATO’ya girebilmek için Kore’ye asker göndermesidir. 1950 Haziranında Kuzey’den gelen askeri saldırıya karşı Güney Kore’ye destek sağlama kararı Birleşmiş Milletler’den (BM) çıkınca Türkiye asker gönderme teklifini sunan ilk ülkelerden biri olmuştur. Türkiye’nin amacı, “komünizm tehdidi”ne karşı Batı blokunun tavrını desteklediğini fiili olarak yine Batı’ya kanıtlamaktır. Asker gönderme kararı verilirken altı en çok çizilen husus, Türkiye’nin BM üyesi olarak üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek zorunda olduğudur. Yine askeri operasyonun insanlığın yararına ve uluslararası barışı temin etmek için gerçekleştirildiği iddiası tekrarlanmıştır.
DP, Kore’ye asker gönderme kararını meclisten değil de kabineden çıkarmıştır. Bu karar alma biçimi daha sonra CHP tarafından eleştirilmiş ve DP hakkında gensoru verilmiştir. Örneğin DP milletvekili ve gazeteci Mümtaz Faik Fenik bu konuda şunu söylemiştir:
“Kore’ye niçin asker gönderdiğimize dair TBMM’ye gensorular verildiği şu günlerde kahramanlarımız Kore’ye neden geldiklerini, canlarını dişlerine takıp dövüşerek bütün cihana bir defa daha anlatmışlardır. Türk askerlerinin, Kore topraklarında herhangi çetrefil isimli bir geçidi tutarak, tıpkı Kars’ı müdafaa eder gibi, tıpkı Edirne’yi müdafaa eder gibi, şehit rütbesine erişmeyi dahi göze alıp savaşmalarının manasını daha nasıl izâh etmek kâbildir? Onlar, altına imza koyduğumuz bir ahdin şeref borcunu yerine getirirken insanlığı ve barışı korumak için dövüştüklerini hakkıyla bilerek öyle silahlarını kullanmışlardır.” Gensoru vermesine rağmen CHP’nin Kore’ye asker gönderilmesi konusundaki eleştirisi esasa değil usule ilişkindir. CHP asker gönderme kararını desteklemiş; ancak bunun kendilerine sorulmadan yapılmasına içerlemiştir. Neticede 4500 askerden oluşan ilk tugay 1950’nin sonbaharında Kore’ye sevk edilmiştir.
Kore Savaşı esnasında Türkiye’deki militarist söylem, anti-komünizm ile birleştirilmiş ve hem ordu içinde hem de dışarıya yönelik milliyetçi dozajı yüksek, aktif bir propaganda yapılmıştır. Kore Savaşı’na Türkiye’den giden askerlere destek adı altında ülkenin birçok şehrinde başını milliyetçi örgütlerin çektiği toplantılar gerçekleştirilmiştir. Aynı dönemde Türkiye basınının da Kore’deki Türk askerlerinin çarpışmalarını epik bir dille manşete çıkardığı gözlemlenmiştir. Kunuri cephesindeki çatışmalar Türkiye basınında en fazla haber yapılan olaydır. Türkiye’den giden askerlerin Kore’de çarpışırken çok sayıda kayıp verdiği belirtilmelidir. NATO ülkeleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Kore Savaşı’na desteğine bakarak Türkiye’nin NATO’ya dahil olmasına cevaz vermiştir. 1940’ların ikinci yarısından itibaren ABD kaynaklı yardımlarla modernize edilmeye çalışılan ordu artık NATO’ya uyum sağlamak için ev ödevini yapmak zorunda kalmıştır. Prusya ekolünden Amerikan askeri modeline geçişin kurum içinde yarattığı gerilimler ise orta vadede Türkiye’nin siyasal yaşamını da dolaylı bir biçimde etkileyecektir.
Türkiye’nin NATO güvenlik şemsiyesi altına girmesinin parlamentoda sevinçle karşılandığı not edilmelidir. Batı ittifakının bir parçası olunduğunun tescili olarak yorumlanan bu olay, Türkiye’nin modernleşme doğrultusunun da onanması biçimde mütalaa edilmiştir. Sovyetlerin Ortadoğu’daki nüfuzunun kırılması için Batı tarafından Türkiye’ye özel bir misyon biçildiği de gerçektir. Ancak Ortadoğu’da Türkiye’nin etkin bir rol oynaması için şartlar çok uygun değildir. Her şeyden önce Arap ülkelerinin Osmanlı geçmişine dair olumsuz bir belleğe sahip olduğunu ifade edebiliriz. İkinci olarak Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıması ve ABD- İsrail politik hattına yaklaşması birçok Ortadoğu ülkesi ile Türkiye’nin ilişki kurmasını zorlaştırmıştır. Mısır ve Türkiye arasında Amerikalıların çok istediği ittifakın kurulamamasının nedenlerinden biri de budur. ABD’nin ikinci hamlesi ise Bağdat Paktı’nın kurulmasına giden yolu açmasıdır. Türkiye önce Pakistan ve Irak ile işbirliği ve karşılıklı yardım anlaşması gerçekleştirmiştir. Bağdat Paktı’na daha İngiltere ve İran katılmıştır. ABD, Pakt’ta gözlemci statüsündedir. Pakt’ın başarılı olduğunu söylemek ise oldukça zordur. 1958’te Irak’ta darbe olunca başa gelen yeni yönetim Bağdat Paktı’ndan çekilmiştir ve neticede Irak’sız yoluna devam etmek zorunda kalan Pakt, CENTO’ya dönüştürülmüştür.
ABD’nin sadece Ortadoğu için değil Balkanlar için de benzer bir “pakt” önerisi mevcuttur. Bölgesel işbirliği ve güvenlik ittifakı için Türkiye, Yunanistan ve Yugoslayva ile beraber 1953’te Balkan Paktını kurmuştur. Ancak ne Bağdat Paktı – CENTO ne de Balkan Paktı etkili bir siyasi ittifak olabilmiştir.
DP döneminde Türkiye dış politikasında gündem oluşturmaya başlayan ve etkileri bugüne kadar süren en önemli başlık ise Kıbrıs’tır. Kıbrıs, 93 Harbinden (1977-1878) sonra İngiltere’nin yönetimi altına girmiştir. Ada’daki Rum milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinden çok daha önce başlamış ve gelişmiştir. Rum milliyetçilerinin temel hedefi İngilizleri Ada’dan göndermek ve Kıbrıs’ı Yunanistan ile birleştirmektir. Türkiye başlarda Ada’nın İngiltere’nin idaresinde olmasını yani statükoyu destekler görünmüştür. EOKA İngiliz üslerine saldırmaya başlayınca Ada’nın geleceği uluslararası bir sorun hâline dönüşmüştür. Türkiye 1950’lerin başında Kıbrıs gibi meselenin olmadığını düşünürken 1954’e gelindiğinde artık Kıbrıs’ın bir “milli mesele” olduğunu bizzat DP’lilerin ağzından ifade etmiştir. Türkiye’nin stratejik olarak Kıbrıs – Yunanistan birleşmesini kabul etmesi zaten çok zordur.
Kıbrıs sorununun 1950’lerde aldığı hâl, aynı Batı ittifakının birer parçası olan Türkiye ve Yunanistan’ın arasını ciddi anlamda bozmuştur. Bunu fark eden Batılı güçler, sorunun diplomatik yollarla çözülmesi için uluslararası çapta bir dizi girişimde bulunacaktır. 1958’de Zürih’te ve akabinde 1959’da Londra’da Kıbrıs konusu üzerine müzakereler yürütülmüştür. Neticede bir Soğuk Savaş anlaşması olarak Kıbrıs’ın bağımsız bir cumhuriyet olması ve anayasal rejiminin, topraklarının Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altına alınması kararlaştırılmıştır. Kıbrıs cumhuriyetinin 1960’da kurulmasından sonra da Ada’da sular durulmayacak ve kan akmaya devam edecektir.