1. Anasayfa
  2. Tarih

İktidar El Değiştiriyor: DP’nin Seçim Zaferi

İktidar El Değiştiriyor: DP’nin Seçim Zaferi
0

1946 Seçimleri ve Etkinliği Artan DP

1946 seçimleri Türkiye siyasetinde “baskın seçimler”dir. CHP, DP’yi hazırlıksız yakalamak maksadı ile 1947’de yapılması gereken seçimleri bir yıl önceye çekmiştir. Seçimde açık oy ve gizli tasnif yöntemi uygulanmış ve birçok yerde seçime hile karıştırıldığına dair ciddi ipuçlarına rastlanmıştır. Bütün bunlara rağmen seçimlerin neticesinde DP, mecliste 62 sandalye kazanmayı başarmıştır. DP’nin her şeye rağmen kayda değer bir siyasi başarı sağlaması üzerine 1947 yılında CHP yeni reformlar yapma yoluna gitmiştir.

 

Katı devletçilik yerine özel teşebbüs ile devletin eşgüdümlü çalışmasına dair ilk ciddi tartışmalar bu zamana denk düşmüştür. DP’lilerin devletçilik eleştirilerinin bir kısmı, o dönem sayıları çok olmasa da İstanbullu işadamları tarafından destek görmüştür. 1947’nin hemen başında kurulan İstanbul Tüccar Derneği örneğin ülkenin ekonomik refaha ulaşamamasında devletçiliğin önemli sebeplerden biri olduğunu iddia etmiştir ve DP’lilerin CHP’nin ekonomik politikalarına dair geliştirdikleri eleştirilere katılmıştır. İstanbullu işadamlarının ve DP’lilerin bastırması sonrasında serbest teşebbüse daha çok ağırlık veren Türk Kalkınma Planı benimsenmiştir. Plan aynı zamanda ağır sanayi yerine tarıma dayalı sanayinin, demiryolu yerine de karayollarının geliştirilmesine dayandırılmıştır ve bu hâliyle ABD’li uzmanların 1945 sonrasında Türkiye için belirlediği ekonomik hedeflere ve projeksiyonlara uygundur.

 

İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen konjonktürde Türkiye’de sendikal örgütlerin de yavaş yavaş ortaya çıktığı görülmüştür. Bu yeni sendikalaşma hamlesi, yoğun siyasi baskılar ve denetimler nedeniyle oldukça cılızdır ancak o günün şartlarında güçlü bir sosyalist bakış açısını içinde barındırmıştır. Sosyalist fikirlere sahip TSEKP ve TSP, 1946 yılında sıkıyönetim tarafından kapatılınca onların etkisi altında varlığını sürdüren sendikaların da kapısına kilit vurulmuştur. Sendikalar Kanunu’nun çıkarılması için 1947 yılını beklemek gerekir. Ancak çıkarılan kanun sendikaların faaliyetlerini büyük ölçüde sınırlayıcı bir niteliğe sahiptir. Sendikaların “milliyetçi” ve “hürriyetçi” olması gerektiği belirtildikten sonra yine sendikaların hiçbir suretle siyasal faaliyetlerle ilişkili olamayacağı düzenlenmiştir. Grev ve toplu sözleşme hakkı ise tahmin edilebileceği gibi yasal olarak tanınmamıştır. 1947 sonrasında yeni sendikalar kanununa uygun olarak örgütlenen sendikalarda nüfuz sahibi olma yarışı DP’liler ve CHP’liler arasında zaman zaman sertleşmiş ve 1950 sonrasına da miras kalmıştır. CHP’liler tüm sendikaları kontrol etmek isterken DP’liler 1949’dan itibaren işçi hakları için iyileştirme talep eden sendikalarla yakın ilişkiye geçmiştir. Özellikle de sanayinin yoğunlaştığı merkezlerde parti örgütlenmesinin faaliyetlerine hız kazandırmıştır. Bu bağlamda genel grev ve toplu sözleşme hakkı meselesine DP 1950 seçimleri öncesinde programında yer verildiğini hatırlatmak gerekmektedir.

 

1946 sonrasında sendikaların bir yandan devlet baskısı diğer yandan da örgütlenme zorlukları nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşadığı gerçektir. Her şeyden önce 1940’ların ikinci yarısında hâlâ sanayi sektöründe çalışan işçilerin sayısı başka sektörlere göre epey azdır. Sendikaların mali kaynakları da sınırlıdır. Öyle ki işçilerin içinde bulunduğu derin yoksulluk halleri, sendikaların aidat toplamasının önünde de engel olmuştur. Bu şartlar altında ileride anlatılacağı üzere sendikaların güç kazanarak işçi hakları için devleti ve özel teşebbüsü zorlama; siyasi otoriteyi sıkıştırma kapasitesine ulaşması ancak 1960 sonrasına denk düşecektir.

 

İktidar El Değiştiriyor: DP’nin Seçim Zaferi

Türkiye siyasi tarihi üzerine çalışanlar 1950 seçimlerinin Türkiye’nin politik hayatında bir dönüm noktası olduğu konusunda hemfikirdir. 1950 seçimleri sadece CHP’nin uzun iktidar döneminin sonu değil yeni bir dönemin de başlangıcıdır. Seçmenlerin yüzde sekseninin sandık başına gittiği 1950 seçimlerinde DP toplam oyların %53.4’ünü almıştır ve bu oran parlamentoya 408 sandalye ile yansımıştır. Buna mukabil CHP ancak 69 vekil ile mecliste olabilmiştir. Seçim sonuçları DP’ye oy veren ve destek olanlar için bir zafer havasında kutlanmışken CHP için büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı olmuştur. Çünkü CHP, DP’nin etkinlik alanını daraltabilmek için 1946 sonrasında hayata geçirdiği reformlara büyük ölçüde bel bağlamıştır. Siyasi baskıyı azalttığı için kendine verilecek desteğin artacağını umut etmiştir. Ancak sonuç hiç de beklendiği gibi olmamıştır. Burada özellikle kolektif hafızada tek parti döneminin ceberrut politikalarına ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında çekilen ekonomik sorunlara dair anıların canlı olmasının etkisi büyüktür. Yine CHP’nin attığı demokratikleşme ve liberalleşme hamlelerinin partinin geçmişinde kaynaklanan bir inandırıcılık sorunu olduğu da düşünülebilir. 1950 seçimlerinde Batı illerinde DP’nin çok daha güçlü bir destek sağladığını da tespit etmeliyiz. Seçimlerde CHP’ye oy veren Doğu illerinde ise tek partinin kurduğu klientalist ağların izleri görülmüştür. Bu klientalist ağların destek eğilimleri DP zamanında CHP’den DP’ye kayacaktır.

 

DP aslında bir yönü ile CHP içinden çıkan bir parti olması nedeniyle Cumhuriyetin modernist çizgisinin bir devamı niteliğindedir. Fakat partinin milletvekili profili son kertede

 

CHP’den oldukça farklıdır. CHP, büyük ölçüde askeri ve sivil bürokratik kökenden gelen isimlerin yer aldığı ve siyaset yaptığı bir parti olarak değerlendirilmiştir. DP’nin 1950’de milletvekili olarak meclise soktuğu isimlere baktığımızda ise bürokratik ve askeri formasyondan uzak bir profil sergiledikleri görülmüştür. Kendi seçildikleri bölgelerle, yerelle ilişkisi görece daha kuvvetli simalara yer veren DP, ticaretle uğraşanlara ve büyük toprak sahiplerine daha yakın bir siyasal seçenek görünümündedir. Bahsedilen kompozisyon DP’nin devlet bürokrasisine bakışını da doğrudan etkileyecektir. 27 yıllık iktidar döneminde tüm bürokratik ağlar üzerinde etkin bir denetim kurmuş olan CHP, bilindiği üzere devlet aygıtı ile partiyi iç içe geçirmiştir. Askeri ve sivil bürokrasiye bu nedenle güvenmeyen DP’liler bürokrasiyi ve özellikle de orduyu kontrolleri altına almak istemiştir. Bu strateji kısa vadede başarılı fakat orta ve uzun vadede partinin aleyhine olmuştur.

 

Cumhurbaşkanlığı makamına İnönü’den sonra kimin geleceği seçim sonrasında sorulan sorulardan biridir. 1950 seçimlerini takiben oluşan yeni meclisin ilk önce yaptığı iş cumhurbaşkanı seçmektir. Mustafa Kemal ile zamanında yakın ilişkisi olan, çevresinde laik ve modernist bir figür olarak bilinen ve aynı zamanda DP’nin kurucuları arasında yer alan Celal Bayar, parlamentoda ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan cumhurbaşkanı seçilmiştir. Celal Bayar, 1950’den 27 Mayıs 1960 askeri darbesine kadar Türkiye’de cumhurbaşkanlığı görevini yapmıştır.

 

DP iktidara gelir gelmez askeri bürokrasinin üst kademesinden bazı isimlerin İsmet İnönü’ye müdahale edip etmemeleri konusunda danıştıkları iddiası siyasetçiler tarafından duyulmuştur. İnönü, ordunun müdahale etme önerisini kabul etmemiştir; ancak bu duyum dahi yeni iktidarın harekete geçmesi için yeterli bir sebep oluşturmuştur. DP hükûmeti öncelikle CHP yanlısı askeri bir müdahale seçeneğinin uygulanma ihtimaline karşı orduda bir reorganizasyon gerçekleştirmiş ve üst komuta kademesinin büyük bir kısmını değiştirmiştir. İnönü’ye bağlı generallerin büyük bir kısmı bu tasfiye operasyonu ile pasifize edilmiştir.

 

DP, CHP’nin uyguladığı ve yine kendi tarafından 1946’dan itibaren yumuşatıldığı katı laiklik politikalarını sert bir dille eleştiriyordu. İktidara gelince de ilk hamlede bu doğrultuda kararlar aldı. Ezan’ın Türkçe dışında başka dilde okunmasını yasaklayan maddenin kaldırılması da DP hükûmetinin ilk yaptığı işlerden biridir ve mütedeyyin ya da muhafazakâr kesimlerin böylece gönlü kazanılmıştır. 1950’lerin büyük bir kısmında muhafazakâr düşünürler DP’nin ezanın yeniden Arapça okunmasını sağladıkları ve İmam Hatip Okullarının artışını destekledikleri için Adnan Menderes ve arkadaşlarına minnettar olmuştur.

 

DP’nin ilk iktidar dönemine damgasını vuran ekonomi alanındaki gelişmelerdir. Aslında yukarıda bahsedildiği üzere ekonomide liberalleşme eğilimleri 1947’de fiilen başlamıştır ancak devletçiliğin bir adım daha gerilemesi 1950’de DP’nin iktidara gelişi ile olmuştur. Soğuk Savaş atmosferinde ABD’den gelen yardımların Türkiye’nin ekonomi bilançosunda yaşanan “iyileşmede” ve toplumdaki rahatlama hissiyatındaki etkisi yadsınamaz. Amerika’dan alınan krediler yine ABD’li uzmanların raporları gereğince çoğunlukla tarımda makineleşmenin sağlanması için kullanılmıştır. 1948’i takip eden dört yıllık zaman diliminde traktör sayısında rekor düzeyde artış gerçekleşmiştir. Her ne kadar bu traktörlerin kullanımında yaşanan problemler CHP’ye yakın yazarlarca hiciv konusu yapılsa da büyük bir değişimin yaşandığı inkâr edilemez. Tarımda makineleşmenin kısa ve orta vadede hem iktisadi alanda hem de toplumsal düzlemde etkileri olduğu açıktır. Öncelikle traktörün etkisiyle ekilip biçilen toprakların genişliği geçmişe kıyasla epey fazlalaşmıştır. Yine tarımsal alanda emek gücüne ihtiyacın öncesine oranla azaldığı ve bu durumun iç göçleri teşvik ettiği de literatürde çokça tekrarlanan bir şeydir. İklim koşullarının iyi gitmesi gibi tesadüfi etkenler de bu tabloya eklendiğinde 1950-54 arasında DP’nin ekonomik performansının kitlelerdeki sempatiyi arttıracak bir seviyeye eriştiği söylenebilir.

 

ABD’li uzmanların Türkiye’deki muktedirlere yol haritası olarak sunduğu raporlarda sadece tarımda makineleşme yoktur. Aynı zamanda hem üretim hedefleri hem de askeriyenin NATO standartlarına kavuşması için yeniden düzenlenmesini kapsayan öneriler arasında ulaşım imkânlarının iyileştirilmesi yazılıdır. CHP’nin son döneminde ve DP iktidarı boyunca ulaşımın iyileştirilmesi artık demiryolu yapımına değil de doğrudan doğruya karayollarının arttırılmasına endekslenmiştir. ABD’nin teknik ve mali desteği neticesinde karayollarının inşa edilmesinde adeta bir seferberlik hali yaşanmıştır. Bu seferberlik durumunun iktisadi neticeleri de gözardı edilemez. Devletin yaptığı ve sahip olduğu demiryolları yerine özel mülkiyetin elinde olan karayolları ve motorlu ulaşım araçlarının çoğalması çok temelde kamu taşımacılığından özele geçişin de işaretidir.

 

Ekonomide DP’nin ilk döneminde yaşanan gelişmelerin alım gücünü görece arttırdığını ifade etmeliyiz. 1950’lerin ikinci yarısına kadar toplumun çoğu kesiminde geçmişe oranla refah artışı yaşanması DP’ye yönelen siyasi desteği arttırmıştır. Ancak 1955 sonrasında enflasyon artışı ve sabit gelirlerinin enflasyondan ciddi derecede olumsuz etkilenmesi ibrenin yavaş yavaş DP aleyhine değişeceğini göstermektedir. Tarımda makineleşmenin de etkisiyle iç göçte yaşanan yoğunlaşma, “kent” tanımını ve kentlerin sosyolojisini de değiştirmeye başlamıştır. Kentin yeni sakinleri iş ve barınak bulma sorunları ile mücadele edecektir. Bu mücadelenin dinamikleri parlamenter siyaseti de etkileyecektir. Bahsi geçen etkilerin özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllarda meclisi de aşarak, daha net biçimde gözlemlenebileceğini belirtmekle yetinelim. Kentlere iş aramak için gelenleri istihdam edecek kapasitede sanayinin o günlerde mevcut olmadığı bilinen bir gerçektir. Türkiyenin endüstrisi henüz bu çapta bir emek arzına hazır değildir. Sanayide sürekli iş sahibi olma “şansını” yakalayamayanlar genellikle geçici işçi olarak çalışmak zorunda kalmıştır. Yine çok sayıda insan sokak satıcılığı yaparak veya benzeri işlerde kayıt dışı çalışarak ekmek parası kazanmıştır.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir