1. Anasayfa
  2. Siyaset Bilimi

Çatışma ve Rekabet Olarak Siyaset Nedir?

Çatışma ve Rekabet Olarak Siyaset Nedir?
0

Çatışma ve Rekabet Olarak Siyaset

Sosyal yapı, farklılaşma temelinde gelişme göstermektedir. Toplumun çatışmacı bir özellik göstermesi de bu farklılaşma içinde farklı çıkar ve değer yargılarının ortaya çıkmasına dayanmaktadır. Siyaset kavramının kullanıldığı bir yerde insanları ilgilendiren bir ortak karar alma süreci söz konusudur ve bu kararlar genellikle toplumdaki fikir ayrılıklarına karşılık gelen bir farklılaşmaya dayanır (Lawson, 1985: 9). Sosyal yapı homojen bir bütünlük oluştursaydı ve toplumdaki birey ve gruplar arasında sürekli bir görüş birliği bulunsaydı siyaset diye bir kavramdan bahsetmemize gerek kalmazdı (Turan, 1986: 12). Bu nedenle bazı siyaset bilimciler otoritelerin kararları çerçevesinde şekillenen siyasal davranışı farklı çıkar bileşimi ve taleplere sahip bulunan grupların çatışma ve rekabeti temelinde açıklamaya çalışırlar. Bu çerçevede siyaset toplumdaki farklı çıkar ve değerleri temsil eden gruplar aracılığıyla kolektif kararların alınması süreci olarak tanımlanmaktadır (Garner, 2009: 2). Böyle bir tanımlama iki varsayımdan hareket eder, birincisi ortak çıkarlarının varlığından haberdar olan ve bu doğrultuda hareket eden rakip grupların varlığı, ikincisi de bu gruplar arasındaki rekabet ve çatışmanın toplumda kaynaklar, mevkiler ve değerlerin kıt olmasından kaynaklanmasıdır. Dolayısıyla otoritelerden talepte bulunan her gruba istediği verilemediği gibi, bunların talep eden gruplar arasında toplumsal dengeyi bozmayacak şekilde dağıtılması zorunluluğu bulunmaktadır. Harold D. Laswell siyaseti; “kimin, neyi, ne zaman nasıl elde edeceği” ile ilgili bir süreç olarak tanımlamaktadır (Laswell, 1990).

Toplumdaki farklı gruplar arasında ekonomik kaynaklar, statüler, roller, mevkiler, hatta onur ve ödüllendirmeler konusunda bir rekabet bulunmaktadır. Toplumun geneli için alınan kararların ve uygulamaların toplumun tüm kesimlerini aynı anda memnun ettiği çok az örneğe rastlanır. Genellikle siyasal karar ve uygulamalar toplumdaki bazı grupları memnun ederken, diğerlerini rahatsız eder. Sadece alınan kararlar ve yapılan uygulamalar değil, genel sorunların çözümünde izlenecek yöntem konusunda da çatışma ve rekabet yaşanabilir. Ülke ekonomisinde elde edilen katma değer öncelikle yatırımlara mı yönlendirilmeli, yoksa toplumda gelir seviyesi düşük kesimlerin hayat sevilerini artıracak transfer harcamalarına mı yönlendirilmeli? Toplumun güvenliği mi öncelikli olmalı? Yoksa bireylerin özgürlükleri mi? Kalkınmayı mı öncelemeliyiz? Çevrenin korunmasını mı? Sayısız konuda birçok rakip çözüm önerisi ve politika seçeneği toplumdaki farklı eğilimlerin yansıması olarak ortaya çıkabilir.

Toplumda rakip grupların varlığı ve bir sosyal ilişki biçimi olarak siyasetin bu gruplar arasındaki rekabet ve çatışmadan kaynaklandığı düşüncesinden hareket eden, ancak bu rekabeti farklı açılardan yorumlayan yaklaşımlar bulunmaktadır. Çoğulcu grup teorisyenleri siyaseti toplumda farklı çıkarlara sahip rakip grupların siyasal otoritelerin ve bürokrasinin kararlarını etkilemek üzere sürekli olarak rekabet ettikleri bir süreç olarak görmektedirler. Grup teorisi her grupta bir ortak çıkar bulunduğu ve gruba üye olan bireylerin ortak çıkar doğrultusunda çaba harcadıkları öncülüne dayanır (Olson, 1993: 23). Arthur Bentley, 1908 yılında ilk baskısı yapılan “The Process of Government” isimli çalışmasında çıkarı olmayan bir grubun varlığı düşünülemeyeceğini ve bu grupların çıkara dayalı olarak siyasal sürece girmelerinden
başlayarak rakip gruplarla mücadele içine girdiklerini belirtir (Knutilla, 1992: 66). Bentley çıkar gruplarının siyasal işlev bakımından merkezi bir rollerinin olduğunu ve toplumun ilgilendiren ortak kararların çıkar grupları faaliyetlerinin bir yansıması olduğunu düşünür. Buna bağlı olarak Bentley, metafizik anlamda devlet kavramına karşı çıkar ve hükümeti de içinde temsil edilen grup ve çıkarların varlığı ile açıklar (Burns, 1984: 526-527). Kendisi farklı bir kavram üzerinde yoğunlaşmış olmasına rağmen çoğulcu grup yaklaşımına önemli katkılar yapan Robert Dahl, “Who Governs” adlı eserinde, bir demokraside hemen her erişkin bireyin oy kullanmasına rağmen, resmi makamlardaki stratejik pozisyonların belirlenmesinde başka bir takım unsurların daha etkili bir biçimde rol oynayabildiklerine işaret ederek, demokratik mekanizmaları gerçekte kimin yönettiği sorusunu sordu (Dahl, 1968: 1). O’na göre demokrasilerde, seçim sandıklarında eşit oylar dururken, yönetimsel kaynakların eşitsiz bir şekilde dağılımı söz konusudur. Dahl buradan hareketle grupların karar alma süreçlerindeki rolünün bir tür seçkin çoğulculuğu olan poliarşiyi doğurduğunu ileri sürdü (Jordan, 51-52).

Dahl, iktidarın aslında küçük gruplar ve ekonomik elitler arasında paylaşıldığı, bazı sosyal aktörlerin hükümete güçlü bir biçimde nüfuz edebildikleri, diğer grupların da onlara karşı dolaylı baskı olanaklarına sahip oldukları bir ortak alanın varlığına işaret etmektedir. Dahl bu çerçevede siyaseti, grupların ya da toplulukların işbirliğine dayalı olarak organize olan bir sistemde, ayırt edilebilir biçimde denetim, nüfuz, iktidar ve otoriteyi içeren insan ilişkilerinin yerleşik bir süreci olarak tanımladı (Dahl, 1970).

Grup teorisyenlerinin siyasetin çatışmaya dayalı doğası ile sosyal dengenin korunması arasında bağ kurma çabalarına karşılık. Çatışmayı öne çıkaran diğer bazı yaklaşımlar, sosyal dengenin sağlanmasından çok bizzat çatışmanın sürdürülmesinin siyasetin belirleyici özelliği olduğunu ileri sürmektedirler. Marksist düşüncede üretim araçlarına hakim olan sınıf ve onun doğurduğu üretim ilişkileri sonucunda oluşan diğer bir sınıf arasındaki, modern anlamda kapitalist-burjuva sınıfı ve proletarya-işçi sınıfı, mücadele siyasal çatışmanın merkezinde yer almaktadır. Sınıflar arası ilişkiler genellikle sömüren-sömürülen, ezen-ezilen olarak kategorileştirilebilecek bir eşitsizlik ilişkisini doğurur ve bu kategoriler arasında çatışma söz konusudur. Sınıfların çıkarları uzlaşmaz bir şekilde birbirlerine karşıttır. Devlet, kapitalist sınıfın çıkarlarına göre yapılandırılmış bir baskı aracıdır. Dolayısıyla siyaset, sınıflar arası çatışmanın bir yansıması olarak şekillenmektedir. Lenin, sınıf mücadelesi temelinde siyaseti, sınıf çıkar ve amaçlarının belirlediği etkinliklerle devlet organlarının ya da tümden devletin toplumsal ve ekonomik yapısının yansıması olan etkinlikler olarak tanımlamaktadır (Aşukin vd, 1979: 184).

Feminist teori ise eşitsizliğin erkek cinsiyetin ayrıcalıklı konumundan kaynaklandığını ve bu eşitsizliğin siyasal kavram, kuram ve kurumları biçimlendirdiğini ileri sürmektedir. Feminist yazarlar kamusal-özel alan ayrımını reddederler. Eşitsizlik özel alanda, cinsiyetler arasında ortaya çıkar ve kamusal alanı da biçimlendirir. Anne Philips’in belirlediği şekliyle siyaset, toplumsal cinsiyetin kör nokta olarak kalmadığı bir şekilde yeniden kavramlaştırılmalı ve demokrasi iki cinsiyeti de düşünerek yeniden formüle edilmelidir (Phillips, 1995: 11).

Aksi takdirde modern kurumların hiçbiri gerçek anlamda bir özgürlük ve eşitlik doğuramaz. Bu yaklaşım bazı feminist yazarları siyaseti, “özel olan” şeklinde tanımlamaya yönlendirmiştir.

Özel alanda bugün pek çok kişi tarafından kabullenilen, kadın ve erkeğin sosyal hayattaki rol dağılımı gibi, eşitsizliklerin kaldırılması bu anlamda siyasetin odak noktasını oluşturmaktadır (Çakır, 2008: 451-454).

Held ve Leftwich siyaseti bütün sosyal gruplarda, formel ya da enformel yapılarda var olan, kamu ve özel hayatı kapsayan bir olgu şeklinde tanımlarlar. Bu grup ve yapıların ortak özelliği üretim ve yeniden üretim etkinliklerinin bulunmasıdır. Siyaset iktidarın dağıtım ve uygulamalarına karşı tepkiler, bu karar ve uygulamaları etkileyen güçler ve kaynakların dağılımı üzerindeki etkileri ile ilgili bir süreçtir. Tek başına yönetim ya da hükümet değildir (Held ve Leftwich, 1984: 144). Siyaset bilimci V. Van Dyke ise siyaseti, “kamuyu ilgilendiren sorunlarda kendi tercihlerini kabul ettirmek, uygulatmak, başkalarının tercihlerinin
gerçekleşmesini engellemek üzere çeşitli aktörlerin yürüttükleri bir mücadele” olarak tanımlamaktadır (Turan, 1986: 7).

Siyaseti iktidara ilişkin onu belirleme ve etkileme merkezli bir rekabet ve çatışma temelinde tanımlamak ister istemez akla nasıl oluyor da siyasal sistemler görece bir istikrar veya süreklilik içinde varlıklarını sürdürebiliyorlar sorusunu akla getirmektedir. Bu soruya cevap verebilmek için otoritelerin vermiş oldukları kararlara grupların rıza göstermesinin nasıl mümkün olduğu sorusunun üzerinde durulması gerekmektedir.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 1
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir