Kuzey Afrika’dan Balkanlara Toprak Kayıpları ve Siyasal Etkileri
1911 yılında Osmanlı yönetimi toprak bütünlüğüne dair yeni bir sorun ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısında emperyal yarışın hız kazanması neticesinde Güney Amerika, Afrika ve Orta Doğu’nun büyük bir bölümü neredeyse tamamen büyük sömürgeci güçlerin işgaline uğramıştır. Bu durumda en “dezavantajlı” olanlar ulusal birliğini geç tamamlayan İtalya ve Almanya’dır. Almanya, Bismarck döneminde mümkün olduğunca Fransızların rövanş almasının engellenmesi ve iki cephede bir savaşın yaşanmaması için dengeli ve ılımlı bir dış siyaset izlemiştir. Balkanlar konusunda Rusya ile ihtilafa düşmemeye Bismarck özel önem vermiştir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti ile Almanya’nın kurduğu ilişki de daha çok askeri ve teknik yardımlar çerçevesindedir. Ancak II. Wilhelm’in Bismarck’ı görevden uzaklaştırması ile başlayan dönemde Almanya’nın dış politika tercihleri de değişmiştir. “Weltpolitik” adlı verdiği siyaset ile II. Wilhelm silahlanmayı hızlandırmış ve dış politikada atak ve hırslı bir tutum takınmıştır. Osmanlı ile siyasi ve askeri ilişkilerin geliştirilmesi ve ittifaka giden yolların taşlarının döşenmesi bu dönemde gerçekleşmiştir.
İtalya’da Almanya gibi birliğini geç tamamlamış bir ülke olarak emperyal yarışa sonradan katılmıştır. İtalyanlar, Almanlar kadar güçlü bir orduya ve endüstriyel ekonomiye sahip olmadığı için nüfuz alanını daha çok Güney ve Doğu Akdeniz ile sınırlamıştır. İtalya’nın Kuzey Afrika’daki emperyal arzusu ve hedefleri doğrudan Osmanlı devletini ilgilendirmiştir. Bu çerçevede Trablusgarp eyaletinin ayrı bir önemi vardır. Osmanlı toprağı olan Trablusgarp, Afrika topraklarının genelinde işgal edilmemiş sayılı kara parçalarından biridir. İtalyanlar, emperyal güç olma isteklerinin bir parçası olarak Trablusgarp’ı işgal edebilmek için diğer emperyal güçlerle temasa geçmiştir. 20. yüzyılın bu ilk on yılında İtalya çapında bir devletin diğer emperyal güçlerin tepkisini yoklamadan işgal eylemine girmesi düşünülemez. Fransa ve Rusya ile yaptıkları görüşmelerde örtük bir onay alan İtalyanlar, Almanya ve Avusturya- Macaristan’ın da böylesine bir işgal hareketine müdahale etmeyeceğini anlayınca harekete geçmiştir.
Emperyal güçler tarafından sıkça kullanılan “medeniyet götürme” iddiasına İtalyanlar da başvurmuştur. İtalya, 1911 sonbaharında Trablusgarp’ı işgal etmek için oradaki İtalyan vatandaşlarının Müslümanlar tarafından eziyet gördüğü bahanesini kullanmıştır. İtalyan devletinin Osmanlı’nın işgali kabul etmesini isteyen ültimatomuna Osmanlı Devleti sert olmayan bir tepki vermiş olmasına rağmen İtalya savaş ilan etmiştir. Askeri açıdan diğer emperyal Batılı devletlere nazaran epey zayıf bir güç olan İtalya yine de hemen hemen hiçbir ciddi direniş görmeden Trablusgarp topraklarında ilerlemiştir. Osmanlı Devleti’nin denizden Trablusgarp’a yardım gönderemeyecek kadar aciz kalması ise içerideki milliyetçi tepkileri yükseltmiştir.
Halkı Müslüman olan bir eyaletin korunamamasının Osmanlı Devleti’nin itibarını zedeleyeceğini düşünen İttihat ve Terakki önderleri, İttihatçı subayları Trablusgarp’a gönderme kararı almıştır. Karadan Trablusgarp’a geçen bazı İttihatçı subaylar, oradaki direnişi örgütlemişler ve zaman zaman İtalyan askerlerine kayıplar verdirtmişlerdir. İtalyanlar buna tepki olarak On iki Ada’yı işgal etmiştir. Savaş aralıklarla 1912’nin Ekim ayına kadar devam etmiştir. Balkan Savaşlarının patlak vermesi nedeniyle Osmanlılar, Trablusgarp’ın ve On iki Ada’nın İtalyanlara devredilmesine razı olmak zorunda kalmıştır.
Balkanlardaki başkaldırış Osmanlı için Trablusgarp’taki tecrübeden çok daha ağır sonuçlar doğuracaktır. Balkanlar’daki Osmanlı karşıtı atmosferin geri dönülmez bir devletleşme sürecine girmesi Osmanlı siyasal elitini derinden sarsmıştır. Balkanlar’daki milliyetçi akımlar ve uluslaşma projesi, Balkan milletlerini 19. yüzyıl boyunca etki altına almaya başlamıştır. Balkan Devletleri kendi aralarında çeşitli anlaşmazlıklar yaşamalarına rağmen Osmanlı’nın Balkan topraklarından tamamen çıkartılması konusunda hemfikirdirler. Osmanlı ordusunun Trablusgarp Savaşı esnasında içine düştüğü pozisyon Balkanlar’daki Osmanlı karşıtı siyasi güçleri cesaretlendirmiştir. Daha Osmanlı-İtalya savaşı devam ederken 1912 yılında Bulgaristan ve Sırbistan arasında bir ittifak anlaşması yapılmıştır. Kısa bir süre sonra benzer bir ittifak anlaşmaları Yunanistan ile Bulgaristan ve Karadağ ile Sırbistan arasında da imzalanmıştır. Balkan Devletlerinin temel amacı, Osmanlı’nın Balkanlar’daki egemenlik hakkından feragat etmesidir. Bu amaçla Ekim 1912’de Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ortak bir ültimatom vererek Makedonya genelinde reformların bir an önce yapılmasını şart koşmuştur. Osmanlı Devleti her ne kadar reform taleplerine kapıyı kapatmasa da Balkan coğrafyasında egemenlik hakkından tamamen vazgeçecek herhangi bir tasarrufa yanaşmamıştır. Osmanlı’nın bu tutumu üzerine önce Karadağ daha sonra da diğer güçler Osmanlı’ya savaş ilan etmiştir.
Balkan devletlerinden gelen saldırı karşısında Osmanlı ordusu büyük bir askeri başarısızlığa imza atmıştır. Savaş esnasında ciddi sevk ve idare sorunları yaşanmıştır. Önce Bulgarlar sonra da Sırplar karşısında Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştır. Üst üste alınan mağlubiyetler sonrasında Osmanlı hükûmeti 3 Aralık 1912’de ateşkesi kabul etmiştir. Bu esnada Batılı güçler, Osmanlı ile Balkan Devletleri arasındaki savaşa doğrudan müdahale etmemiştir. Bunun nedeni büyük ölçüde I. Dünya Savaşı öncesinde büyük güçlerin kendi içlerindeki gerilimdir. Ateşkes sonrasında Londra’da toplanan diplomatik konferans ile Boğazların Osmanlı’da kalması ve Arnavutluk’un bağımsız bir devlet olarak kabulü karara bağlanmıştır.
Osmanlı yönetim kademelerinde uluslararası konferans esnasında hararetli bir tartışma ortamı söz konusudur. İttihatçıların iki önemli ismi Enver ve Talat, yetersiz gördükleri hükûmete son vermenin zeminini kollamıştır. Balkan devletleri ile yapılan bu ilk savaş, Enver ve Talat Paşalara istedikleri fırsatı sunmuştur. İttihatçılar, kabine toplantısı sırasında Bab-ı Ali’yi basmış ve Harbiye nazırını öldürmüştür. Bundan sonraki süreçte kabine tamamen değiştirilmiş ve Mahmut Şevket Paşa da sadrazam yapılmıştır. Bab-ı Ali baskını üzerine Balkan devletlerinin yeniden saldırıya geçtiği not edilmelidir. Osmanlı Devleti ile Balkan devletleri arasında yapılan anlaşma ile Osmanlı’nın Balkanlar’daki büyük toprak kaybı resmileşmiştir. Osmanlı’nın eksi payitahtı Edirne de bu süreçte kaybedilmiştir. Edirne’nin kaybı üzerine Türk milliyetçileri, korkulmaması gerektiğini “Türklüğün dirileceğini” ve “düşmanlarını ezeceğini” yazmaya başlamıştır. Yusuf Akçura’nın 1913’te şu yazdığı satırlar, kinini ve ümidini beslemek kaydı ile Türklüğün ilelebet kalacağını ileri süren milliyetçi yazına örnektir:
“Ağla, yas tut yoldaşım! Edirne’mizi de elden çıkardık. Ağla ve Türklük gülünceye kadar gülme! Yalnız küsme, yılma! Bir kale verdin, bir ülke almaya, dünyalar kurmaya savaş! Kinini besle, ümidini kırma! Yüz sene evvel Türkleri de denemek isteyen Napolyon, kılıcı Türk kılıcı karşısında kırılınca: ‘Türk öldürülür fakat yenilmez’ demişti. Yüz sene geçti Türk yenildi, fakat bugün ben ‘Türk yenildi ancak ölmez öldürülemez. Türklük dünyalar kadar değil ruhlar kadar yaşayacaktır!’ diyorum.”
Balkan devletleri ilk Balkan Savaşı sonrasında bu sefer de kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdir. Anlaşmazlığın temel nedeni, Bulgaristan’ın elde ettiği toprak parçasının diğer kazanan devletlerden orantısız bir biçimde büyük olmasıdır. Makedonya’daki toprak paylaşımı Sırbistan ve Yunanistan’ı hoşnut etmemiştir. Bunun sonucunda her iki devlet kendi aralarında anlaşarak Bulgaristan aleyhine ittifak kurmuştur. Osmanlı Devleti, Bulgaristan’ın saldırıya uğramasını fırsat olarak bilmiş ve Enver Paşa’nın telkini ile karşı saldırıya geçmiştir. Bu saldırının neticesinde Osmanlı Devleti eski başkenti Edirne’yi geri almıştır.
Balkan Savaşlarının askeri ve siyasi bilançosu Osmanlı Devleti için çok ağır olmuştur. Balkan toprakları, Osmanlı devletinin büyüme ve gelişme dönemini simgeleyen ve Osmanlı’daki reformist kadroları yetiştiren bölgedir. Osmanlı Devletinin en müreffeh ve verimli alanlarıdır. Ayrıca 19. yüzyıl boyunca Osmanlı Balkanları elinde tutmak için buraya yatırım yapmıştır. Savaş sonrasında Avrupa’daki bu toprakların hemen hemen tamamını kaybeden Osmanlı, hem toplumsal hem de siyasi ve iktisadi açıdan travmatik bir sürece girmiştir. Balkan Savaşları’nın bu etkisi Türk milliyetçisi kalemlerde intikam ve kin duygularının bolca işlenmesine neden olmuştur. Hem yetişkinler hem de çocuklar Türklüğün intikamını almakla vazifelendirilmiştir. Balkan topraklarından göç etmek zorunda kalan Müslümanlar, payitahta doğru muazzam bir göç hareketi başlatmıştır. Osmanlı Devleti’nin geride kalan topraklarına doğru gerçekleştirilen göç esnasında salgın hastalıkların da etkisiyle çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. İstanbul’a gelen Müslüman göçmenlerin içinde bulundukları dram, Osmanlı’daki Müslüman tebaanın milliyetçi duygularını kabartmıştır. Osmanlı idaresi, Müslüman göçmenlerin Anadolu topraklarında yerleştirilmesi gibi büyük bir sorunla karşılaşmıştır. Bu sorunu çözmek için attığı adımlar, devletin yurttaşı olan gayrimüslimlerin doğrudan yaşam koşullarını olumsuz etkilemiştir. Sonraki süreçte devlet hızla Türklerin etnik çoğunluğu oluşturduğu bir kompozisyona dönüşecektir.