1. Anasayfa
  2. Gazetecilik

BASINDA MÜLKİYET VE TEKELLEŞME ÖRNEKLERİ VE SONUÇLARI

BASINDA MÜLKİYET VE TEKELLEŞME ÖRNEKLERİ VE SONUÇLARI
0

BASINDA MÜLKİYET VE TEKELLEŞME

Gazetecilikle ekonomi arasındaki ilişki, gazeteciliğin toplumsal işlevi açısından özerkliği ve pazar ilişkilerinin gazetecilik eylemlerini etkilemesi açısından sorunsallaştırılmıştır. Bu noktada konuya ilişkin iki temel yaklaşımdan bahsedilebilir. Liberal yaklaşım olarak ifade edilen ilk yaklaşım gazetelerin siyasi bağımsızlığını onların kendi ticari örgütlenişleriyle mümkün olacağını söyler. Eleştirel yaklaşım içinde bulunan ve bunun tam aksini iddia eden eleştirel ekonomi politik yaklaşımda ise pazar ilişkileri ön plana çıkarılarak basının ticarileşmesiyle, eskiye oranla çok daha fazla kontrole açık olduğu vurgulanmaktadır.

19. yüzyılda Avrupa ve Amerika’da teknik, siyasal, ekonomik, kültürel alanlardaki ilerlemeler birçok kurumda olduğu gibi basında da önemli gelişmelerin ve değişmelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Bu gelişmelere bağlı olarak basın bir sektör olarak genel ekonomi içinde yerini almıştır. Önceleri basımevlerinde ikinci iş olarak yürütülen gazetecilik bundan sonra yavaş yavaş başlı başına bir ticari kimliğe bürünmüştür. Buna bağlı olarak gazetelerin içerik ve organizasyon yapılarında da değişim meydana gelmiştir. John Thompson medya sektöründeki bu değişimi, ekonomi politik düzeyde dört ana eğilim çerçevesinde ele almıştır:

• Medya endüstrilerinin giderek artan yoğunlaşmaları (concentration)
• Medya endüstrilerinin giderek genişleyen çeşitlenmeleri (diversification)
• Medya endüstrilerinin artan küreselleşmeleri (globalization)
• Yayıncılık alanında ‘kuralların kaldırılması’ yönündeki genel eğilim (deregulation)

BASIN SEKTÖRÜNDEN MEDYA ENDÜSTRİSİNE

1980’li yıllardan itibaren tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’nin iktisadi politikalarına egemen olan neoliberal politikaların bir sonucu olarak, diğer alanlarda olduğu gibi medya alanında da özelleştirmeler başlamış ve bu süreç doğrultusunda Türk medyasında yoğunlaşma/tekelleşme eğilimleri daha belirgin bir şekilde kendisini göstermiştir.

Kitle iletişimin endüstriyel bir örgütlenme olarak yapısı genel ekonomik yapı ile doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan medyanın kurumsal yapısı ve örgütlenmesi, genel ekonomik yapı içerisindeki diğer endüstriyel yapılarda görülen üç temel özelliği taşımaktadır. Bu özellikler; Sermeye yoğunluğu, teknolojik kitle üretim ve dağıtım yöntemleri, Gelişmiş iş bölümü yapısı, Verimlilik ve kâr maksimizasyonu temelinde örgütlenmiş hiyerarşik bir örgüt yapısıdır.

MEDYA’DA MÜLKİYET VE KONTROL

Sermayeyi yalnızca ekonomik değil toplumsal egemenliğin kurucu bileşeni olarak düşünmek gereklidir. Böylesi bir bakış açısı sermayenin basitçe bir mülkiyet konusu değil de kontrol meselesi olduğunu göstermektedir. Bu nedenle medya sektöründeki mülkiyet ilişkilerini ele alırken toplumsal ilişkilerden bağımsız biçimde düşünülmemelidir.

20. yüzyılın ikinci yarısında modern şirketlerin ortaya çıkmasıyla, mülkiyetin hisseler yoluyla tabana yayılması ve geleneksel sahipliğin gözden ırak olması özellikle medya sektöründe mülkiyet ve kontrolün birbirinden ayrıldığı iddialarını gündeme getirmiştir. Medya sektöründe operasyonel ve tahsisata dair olmak üzere iki ayrı kontrol düzeyinin olduğu ifade edilmektedir. Gündelik üretime ilişkin rutin kontrol süreçlerinin içeren operasyonel kontrol düzeyi içeriğin belirlenmesine ilişkin karar verme süreçlerini içerir.

Operasyonel kontrol üzerinde de belirleyici olan tahsisata dair kontrol düzeyi ise bir bütün olarak medya şirketinin yapısını ve gelişimini; kaynakların kullanımını, eylemlerin ölçeğini ve kapsamını içerir.

Yayıncılığın kamusal niteliği, onu kamusal düzenlemenin alanı hâline getirmiştir. Bu düzenlemeler medyayı sınırlandırmanın yanında birtakım teşvikleri de içermektedir. Hükûmetler ve çeşitli güç iktidar odaklarının medyayı kontrol süreçlerinde kullandıkları yöntem genellikle ‘havuç-sopa’ taktiğidir. Personel yönetiminde ödül ve ceza yöntemi olarak kullanılan bu taktik medya ve iktidar arasındaki ilişkinin tanımlanmasında oldukça sık kullanılan bir metafordur.

Kontrolün öznesi olan başka bir kesim ise medya kuruluşlarının önemli bir gelir kalemini oluşturan sponsorlar ve reklam verenlerdir. Öte yandan etkisi çok zayıf da olsa okuyucu/dinleyici/izleyicilerin ilgi ve beklentileri de medyanın kontrolü noktasında değerlendirilebilir.

Yönetici Devrimi Tezi ve Editöryal Bağımsızlık

James Burnham “Yönetsel Devrim/Yönetici Devrimi Tezi”yle mülkiyet ile kontrolün birbirinden ayrıldığı iddiasını ileri sürmüştür. Buna göre mülk sahibi sınıfların kontrolü elinde bulundurdukları dönemin hükmünün kalmadığı, hissedarlar nedeniyle sahiplerin giderek üretim sürecinden koptuğu ve bu nedenle de stratejik kararlarda teknik uzmanlık ve yönetim konusundaki vasıflarıyla etkin hâle gelen şirket yöneticilerinin söz sahibi olduğu belirtilmektedir.

Bu yönetsel devrimin medya alanındaki tezahürü liberal editöryal bağımsızlık tartışmalarını
alevlendirmiştir. Editoryal bağımsızlık yaklaşımına göre medya mülkiyetini elinde bulunduran kişinin işlevi sermaye koymak ve kârdan payını almakla sınırlıdır. Sadece hukuken ‘sahip’ olan patron üretim sürecinin hiçbir aşamasında yoktur. Onların yerine karar vericiler, şirketi yöneten profesyonelledir. Ancak neoliberal politikaların hâkim olduğu günümüzde içerik üreticilerinin (muhabir ve editörlerin) sermayeden/patrondan bağımsız olduğunu düşünmek imkânsızdır. Sermaye sahibi her ne kadar içerik üretimine karışmasa da özellikle genel yayın yönetmenleri ve editörler içerik üretiminde patron çıkarlarına ters düşebilecek herhangi bir unsura izin vermezler.

TEKELLEŞME, BİRİKİM VE YOĞUNLAŞMA

Tekelleşme, bir ya da birkaç kuruluşun zaman zaman aralarında gizli ya da açık anlaşmalar yaparak pazarda egemenlik kurmuş olması anlamına gelmektedir. Ekonomi açısından değerlendirildiğinde tekelleşme; sermayenin yoğunlaşması ve sermayenin toplulaşması olarak iki biçimde görülür.

Medyadaki birikim, tekelleşme hareketleri ise bir medya kuruluşunun aynı mecrada faaliyet gösteren başka bir kuruluşu kontrol altına alabilecek orandaki bir payını satın ya da kontrol altına alması şeklinde ifade edilebilir. Tekelleşme kavramının yerine genellikle “birleşme”, “yoğunlaşma”, “toplulaşma”, “birikim” gibi kavramlar da kullanılmaktadır.
Yeni iletişim teknolojilerinin gelişimiyle birlikte medya alanındaki tekelleşmelerin farklı bir boyut aldığı söylenebilir. İnternet ortamında geleneksel kitle iletişim araçlarının ve şimdilerde medya ile telekomünikasyon sektörünün birbirlerine yakınlaştığı görülmektedir. Yöndeşme olarak ifade edilen bu süreç kısaca geleneksel medya, telekomünikasyon ve bilgisayar endüstrisinin ekonomik ve teknolojik olarak biraraya gelerek oluşturdukları sinerji ile ortaya yeni ürün ve hizmetler sunması şeklinde tanımlanabilir. Yöndeşme eğilimleri tekelleşmeye çok daha farklı boyut katarak, bilgi ve bilgiye ulaşma yollarının tek elde toplanmasına hiç olmadığı kadar uygun bir zemin hazırlamaktadır. İçerik üretimi ile dağıtım kanallarının iç içe geçtiği bu yöndeşme süreci, özellikle dağıtım üzerindeki mevcut kontrol yapısının derinleşmesine neden olmaktadır.

Medya şirketlerinin tekelleşmesi farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Bunlar; satın alma, denetim altına alma, anlaşma, birleşme ve mali ilişkiler şeklinde sıralanmaktadır.

Tekelleşme Türleri

Medya alanındaki tekelleşme türleri yatay, dikey ve çapraz tekelleşme olarak üç başlıkta incelenmektedir.

Yatay tekelleşme: Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de en fazla görülen tekelleşme türlerinden yatay tekelleşme aynı sermayenin birbirinden bağımsız birden fazla yayın organını kontrol altına alması olarak tanımlanmaktadır.

Dikey tekelleşme: Medya alandaki ayrı etkinlik dallarında yer alan kuruluşların tek bir yapı içinde bütünleşmesini anlatan dikey tekelleşme bir medya kuruluşunun üretimden dağıtıma kadar her safhada kontrol ve sahipliğinin olması veya farklı medya alanlarında yayılma olarak tanımlanmaktadır.

Çapraz tekelleşme: Değişik alanlarda etkinlik gösteren basın kuruluşlarının aynı topluluğun denetimi altına girmesi çapraz tekelleşmeyi anlatmaktadır.

Tekelleşmenin nedenleri

Medya alanındaki tekelleşmenin nedenlerini genel olarak beş grupta toplamak mümkündür. Bunlar;

• Tekelleşmeyi önleyici hukuksal düzenlemelerin eksikliği,
• Daha fazla kâr elde etme amacı,
• Medyanın siyaset ve diğer alanlarda yürütülen ekonomik faaliyetler için bir güç olarak kullanılma niyeti,
• Teknolojiye bağımlılık ve yüksek teknolojiye yatırım yapma gerekliliği,
• Gazetelerin radyo, TV gibi diğer kitle iletişim araçlarıyla olan rekabetidir.

Tekelleşmenin yol açtığı sorunlar

Türkiye’de medyaya genel olarak bakıldığında; basın kuruluşlarının holdingleşerek ve tekelleşerek bireylerin aydınlanma, bilgilenme hakkını ihlal eden bir sürece yol açtığı görülmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde tekelleşmenin medya alanında yol açtığı sorunları kısaca yedi madde altında sıralamak mümkündür:

• Bilginin saklanması, manipüle edilmesi
• Gerçeklerin halktan gizlenmesi
• Magazinleşme, tabloidleşme
Haber çeşitliliğinin azalması
• Haberin metaa, İzleyici/okuyucu/dinleyicinin müşteriye dönüşmesi
• Haksız rekabet
• Çalışanların, fikir işçilerinin emeklerinin sömürülmesi (düşük ücret, çalışma saatlerinin
düzensizliği, sosyal güvence yetersizliği, sendikasızlaştırma)

Türk basınında tekelleşmenin kısa öyküsü

Türk medya sektörünün 1980’lerden bu yana en belirgin özelliğinin medya sahipliğinin sık sık el değiştirmesi olduğu görülmektedir. Bu el değiştirmelerin en önemli nedeni sermaye sahiplerinin kendi aralarındaki rekabeti ve iktidarla olan ilişkileridir. Sonuç olarak son 40 yıllık süreçte başka alanlarda yatırımları bulunan sermayedarların medyaya yönelimi, medyanın kontrolünün birkaç patronun elinde toplanmasıyla sonuçlanmıştır. Aslında kendileri için çok kârlı bir yatırım alanı gibi görünmese de medyanın güç/iktidar odaklarıyla geliştirilen ilişkilerde önemli bir rol oynadığını; bu sermaye sahiplerinin, büyüklükleri oranında, devlet ihalelerinden almış oldukları paylara bakarak görebilmek mümkündür. Elbette ki bu süreçler birlikte medyanın iktidarla olan ilişkileri de dönüşüme uğramıştır.

NEOLİBERAL DÖNÜŞÜM ÇERÇEVESİNDE MEDYA İKTİDAR İLİŞKİLERİ

Basının kitleler üzerindeki etkisi, iktidarın eylem ve politikalarını meşrulaştırıcı ve çeşitli toplumsal meselelerde güç/iktidar odaklarının istediği biçimde zemin hazırlayıcı rolü, onu her dönemde iktidarla gerek uyum ve gerekse çatışmacı bir ilişkinin içine sürüklemiştir. 1980’lerdeki yeniden yapılanmayla birlikte basının sermayeye bağımlı hâle gelmesi basın iktidar ilişkilerinde de dönüşümün tetikleyicisi olmuştur.

Gazete sahiplerinin başka alanlarındaki yatırımlarından dolayı siyasi iktidarların basına müdahale şekilleri değişmiş ve artmıştır. Öncesinde iktidarların basına gazete kapatma, haber toplamasını engelleme vb. gibi direk olarak yaptığı müdahale biçimleri, diğer sektörlerdeki yatırımlarına yönelik yaptırımlarla dolaylı hâle gelmiş ve çok daha geniş bir alanına ulaşmıştır.

Türk medyası kendisine yüklenen kamu hizmeti görme misyonundan oldukça uzaklaşmış, bankacı, sanayici veya inşaat sektöründeki sermaye sahiplerinin medya kuruluşlarında patron olmalarıyla birlikte gazetecilik ilkeleri etkinliğini giderek yitirmiştir. Patronların sahibi oldukları yayın organlarını toplumu bilgilendirme, toplum adına gözetleme ve denetleme çabasıyla değil, kendi ticari çıkarlarını ve toplumsal iktidar alanlarını genişletme gayelerini ön plana çıkararak yönetmesi medyanın güvenirliliğini ve saygınlığını hatırı sayılır biçimde zedelemiştir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki medyanın sermaye yapısının değişimi sonucu ortaya çıkan bu sorunlar yapısaldır. Yani kişiler ve kurumlarla güçlü bağları yoktur. Bu nedenle örneklerine Türk medyasında sıkça rastlanıldığı gibi basın alanında sahipliği elde tutan veya siyasal iktidarın aktörlerin değişimi bu sorunların biteceği anlamına gelmemektedir. Örneğin Doğan medyası el değiştirip Demirören Medyası’na dönüştüğünde mülkiyet sahibi ve anahtar editöryal personelin değişikliği dışında fazla bir şey değişmez. Medyanın, eskiden olduğu gibi, ideolojik üretimin küreselleşme süreciyle uyumlu ve uluslararası nitelik gösteren unsurları yine aynı kalacaktır. İşte tam da bu noktada basın özgürlüğün önündeki en büyük engelin onun sermaye yapısından kaynaklandığı söylemek hiç de yanlış olmaz.

Doç. Dr. BESİM YILDIRIM

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir