1. Anasayfa
  2. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Tek Parti Döneminde Ekonomi Politikası Nasıldı?

Tek Parti Döneminde Ekonomi Politikası Nasıldı?
0

Tek Parti Döneminde Ekonomi Politikası

Yeni rejimin çözüm üretmek zorunda olduğu önemli meselelerin başında ekonomi gelmiştir. Uzun süre savaşlarla harap olmuş ve insan gücünün büyük bir kısmını kaybetmiş bir ülkede ekonomik kalkınma hem insani bir konu hem de yeni rejimin rüştünü ispat etmesi gereken bir alandır. Türkiye’nin sınırları içinde “ulusal pazar” yaratma hedefinin ulus- devletleşme ile paralel bir çaba olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır.

 

Yeni rejimin ekonomi alanını önceliklerinin başına koyduğunun kanıtı aslında 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi’dir. Kongrede çiftçiler, tüccarlar, sanayi temsilcisi sayılabilecek isimler hazır bulunmuştur. Amaç cumhuriyetin hangi iktisat politikasını tercih edeceğinin belirlenmesidir. Mustafa Kemal, İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında mealen siyasal bağımsızlığı ekonomik bağımsızlığın takip etmesi gerektiğini söylemiştir. Bu çerçevede devletçilik ile liberal ekonomi tezleri birbirleriyle çarpışmıştır. Neticede Kongre’de özel girişimin ve özel mülkiyetin korunması istenmiş; yabancı yatırımlara kapı kapanmamış, ancak onlara ayrıcalık tanınması gerektiği konusunda mutabık kalınmıştır. Büyük alt yapı yatırımlarının ise devlet tarafından gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Devletin sanayide yaptığı yatırımlar çok yekûn tutmasa da demiryolu yapımı konusunda büyük mesafe kat edilmiştir.

 

Cumhuriyetin ilanını takiben ekonomi alanında millileştirme çabalarına da hız verilmiştir. Millileştirme hamlesinin kendini ilk gösterdiği alanlardan biri demiryollarıdır. Devlet, ilk yıllardan itibaren ülkenin Batısında faaliyette olan ve mülkiyeti yabancılara ait olan şirketlerin hisselerini satın almıştır. Tekelleşmelere hız verme stratejisi de 1925’ten itibaren uygulamaya konmuştur. Bu çerçevede alkollü içkiler, kibrit, patlayıcı şirketler ve şeker gibi kalemler tekel hâline getirilmiştir.

 

1927’de hükûmet Teşvik-i Sanayi Kanunu’nu parlamentodan geçirmiştir. Yasanın temel amacı yeni kurulan ya da gelişmekte olan sanayi aktörleri için vergi muafiyeti sağlamaktır. Sanayinin tüm çabalara rağmen cılız bir gelişme gösterdiği dönemde ülkenin hâle n tarım ülkesi olduğu gerçeği de hesaba katılmalıdır. Bağımsızlık Savaşı sonrasında özellikle âşarın kaldırılması çiftçiye kısmı kolaylık sağlamıştır. Tarımda verimlilik doğa koşullarına çok bağlıdır ve 1927 ve 1928’de yaşanan kuraklık tarımı ciddi anlamda etkilemiş, tarımsal verimliliği düşürmüştür.

 

1929 Büyük Buhranı ise tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomi siyasetini ciddi ölçüde değişime uğratacaktır. 1929 Krizi, kapitalizmin 20. yüzyılın ilk yarısındaki en büyük krizidir ve öncelikle sanayileşmiş ülkeleri vurmuştur. Her ne kadar Türkiye ve Rusya gibi ekonomisi daha çok tarıma dayalı ülkeleri görece daha az etkilese de bu örneklerde de içe kapanma stratejisini uygulamıştır. 1929 Krizi sonrasında yaşanan gelişmelerin iki savaş arasında otoriter ve totaliter rejimlerin yükselişini hızlandırdığını da ifade etmek gerekir.

 

1929 Krizi ve etkilerini Türkiye özelinde değerlendirirken bir noktanın altını çizmeliyiz. Türkiye Lozan Anlaşması gereği 1929’a kadar ithalat vergilerini yükseltememiştir. Lozan’daki kısıtlama kalkınca ithalat vergileri hızla tırmandırılmıştır. 1929 Krizinin Türkiye ekonomisinde yarattığı ilk etki, Türk Lirasının değerinin hızla düşmeye başlamasıdır. Üretimin azalmasından ziyade fiyatların düşmesinden kaynaklanan milli gelirdeki düşüş ve dış ticaret dengesindeki bozukluk, devlet adamlarını ekonomi alanında yeni politikalar izlemek zorunda bırakmıştır. Bir yandan 1926-1928 arasında başlatılmış olan iktisadi kurumsallaşmayı tamamlamak bir yandan da krizin etkilerini azaltarak kalkınma hamlesini sürdürmek dönemin siyasi seçkininin temel kaygısı olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’de 1930’larda uygulanan devletçi politikalarda hem 1929 iktisadi konjonktürü hem de İkinci Meşrutiyet yıllarından devralınan milliyetçi- kalkınmacı miras ve gayeler etkilidir. 1929 krizine ilk kurumsal tepki, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti’nin kurulmasıdır. Cemiyet, Mustafa Kemal’in himayesinde ve Meclis Başkanı Kazım Özalp’ın başkanlığında bir grup milletvekili tarafından oluşturulmuştur. Bütün milletvekilleri bu kurumun doğal üyesi sayılmıştır. Cemiyet, kısa zamanda il ve ilçe düzeyinde örgütlenerek toplam 273 şube açmıştır. Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyetinin temel prensipleri 1930’larda Türkiye’de devletin iktisadi alışkanlıkları dönüştürme çabasında dayanak noktaları arasındadır. Yerli üretimi ve yerli malını kutsayan, tasarrufu da cumhuriyetçi bir erdem olarak tarif eden anlayış uzun süre Türkiye’deki yurttaşların ekonomik alışkanlarını belirlemiştir.

 

1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde devletçilik resmi olarak Kemalizmin ilkeleri arasında düzenlenmiştir. Özel mülkiyeti iktisadi yaşamın temel unsuru olarak gören bu devletçilik anlayışında devlet özel şirketlerin üstlenemeyeceği işleri yapma sorumluluğunu üzerine almıştır. Sovyetler’in yeni rejime iktisadi anlamda ilham veren bir yanı vardır ancak

 

Türkiye’deki devletçilik hiçbir zaman sosyalist rejimlerdeki uygulamalar gibi olmamıştır. Türkiye 1933’te ilk beş yıllık planını açıklamıştır ve bu planın gereği olarak 1933 yılında Sümerbank ve 1935 yılında da Etibank kurulmuştur.

 

Tek parti döneminde ekonominin yönetilmesinde en büyük problemler ise İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanmıştır. Savaş sırasında halkın yaşam kalitesi hızla düşmüştür. Devletin ekonomiye müdahalesinin çok arttığı bu dönemde bir yanda karaborsacılar ve savaş zenginleri ortaya çıkarken diğer yanda yaşamsal maddeleri bulmakta zorlanan kitleler gözlemlenmiştir. Hükûmetin 1942 yılında çıkardığı Varlık Vergisi ise sonuçları itibari ile bilhassa gayrimüslim yurttaşlar üzerinde travmatik etkiler yaratmıştır. Varlık vergisi çerçevesinde uygulanacak vergi matrahları, yerel resmi görevliler, ticaret odaları ve belediye meclisleri temsilcilerinden oluşan heyet tarafından belirlenmiştir. Başta herkese tatbik edilmesi düşünülen Varlık vergisi, gayrimüslimler aleyhine hayata geçirilmesi ekonominin Türkleştirilmesi bağlamında değerlendirilmeye açık bir durumdur. Öyle ki; kendilerine vergi borcu çıkarılan gayrimüslimlerin ödemelerini taksitle yapmalarına dahi izin verilmemiştir. Bu koşullar altında vergiyi ödemek için gayrimülklerini düşük fiyata satmak zorunda kalmışlardır. Vergi borçlarını ödeyemedikleri için zorunlu çalışmaya mahkûm edilen ve Aşkale’ye çalışma kamplarına gönderilenler büyük insani dramlar yaşamıştır. Varlık vergisinin bu şekilde uygulanmasına Batı’dan tepkiler gecikmemiştir. Sonuçta 1944 yılında Varlık Vergisi yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 1
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir