1. Anasayfa
  2. Türk Tarihi

Uygur Kağanlığında Kültür-Yazı-Mimari

Uygur Kağanlığında Kültür-Yazı-Mimari
0

UYGUR KÜLTÜRÜ 

Bilindiği gibi eski Türk tarihinin ilk zamanları coğrafya olarak Orta Asya ve Avrupa bozkırlarında ortaya çıkmış, gelişmiştir. Bu yüzden Türklerin sosyal hayatı, dünyayı algılayış biçimleri, inançları vs. bozkırın izlerini taşımaktadır. Uygur Kaganlığı kültür tarihi, bütün İslâm öncesi Türk devletlerindeki özellikleri istinasız içinde barındırır.

Bu bozkır kültürünü, bazı ilim adamları göçebelik ile karıştırmışlardır. Göçebelik ile Bozkır kültürünün arasındaki açık olan farklıklara rağmen bunları birbirlerine karıştırmak, hayret vericidir. Türk (Bozkır) kültürünün temeli at ve demir üzerine kuruludur. Hâlbuki göçebelikte at geri planda kalmıştır. Birçok âlim, Türklerden önce de demirin bilinmesine rağmen, ilk defa Türklerin bu madene hükmedip, kullandıkları konusunda hemfikirdirler. Ayrıca Türklerin diğer topluluklar üzerindeki hâkimiyetini tesis etmelerinde demiri ve demirden yaptıkları silah gibi aletlerin büyük önemi vardır. Türklerde demirciliğin, maddi kültür açısından önem arz etmesinin yanı sıra, manevi bakımdan da büyük önem taşıdığı bilinmektedir. Demire verdikleri önemi kendi mitolojilerinde ve hayatlarında görmek mümkündür. Buna karşılık demir, çoğu göçebe kültüre mensup topluluklarda görülmemektedir.

Bozkır Kültürünün oluşturucusu olan Türkler ve yerleşik kültürün kadim temsilcisi Çin ile aralarındaki bazı farkları ise şu şekilde izah etmek mümkündür:

  • Yerleşik kültür hayatı süren toplumlarda, ekonomik yönden, köylü sadece en yakın aile bireylerine yetecek kadar toprak parçasında hüküm sürerken, Bozkır insanı ise yüzbinlerce hayvanın dağıldığı geniş otlaklara sahip olmak için çaba göstermiştir.
  • Yerleşik kültür insanının dünyası sadece toprağı ile sınırlı kalmışken, Bozkır insanı yeni otlaklar bulmak için bir yerden bir yere gitmiş, ufku genişlemiş ve hayatta kalma açısından tecrübesi artmıştır.
  • Yerleşik kültürdeki sakin hayata karşılık Bozkır Kültüründe canlılık bir süreklilik göstermiştir. Çünkü kalabalık sürüleri bir yerden bir yere götürürken, hastalıklardan sakınmak, su için mücadele etmek, sürünün ve kendi canlarının emniyetini sağlamak tamamen tecrübe ve dinamik olmayı zorunlu kılıyordu.
  • Yerleşik kültür toplumlarında ilk zamanlar aile için kanunlar yürürlükte olmasına rağmen, Bozkır toplumunda ise, hâkimiyetleri altındaki savaşçı toplulukların bir arada, huzur içinde adaletle yaşamaları için kanunlar toplumun genelinin huzurunu sağlamaya yönelikti.

Ancak, zamanla Çinlilerle fazla yakınlaşma, Maniheizm’in yayılması, Uygurların hayat tarzlarını eskisine göre değiştirmelerine sebep olmuştur. Bunda Soğdluların devlet mekanizmasında yer alıp etkili olmalarının da rolü vardı. Bilindiği gibi yaşayış biçiminin değişmesi sosyal yapıyı etkiler. Mani Dini’nin kabul edilip, yaşanılmaya başlanması da sosyal yapının değişmesine büyük etken olmuştur.

Uygur devleti, Dokuz Oğuz boyları üzerinde gelişmeye başlamıştı. Dokuz Oğuz tabiri, Çin kaynaklarında Doğudaki Töles boylarına verilen ad olarak geçmiş ve ilk defa 627 yılında kullanılmıştır. Dokuz Oğuz Uygurları arasında Uygurlardan başka Buhu, Hun, Bayırku ve Tongra adlı boylar da vardı. Dokuz Oğuz boyundan yedisi parçalanma devresinde Gobi Çölü’nün kuzeyinde ayrı ayrı boylar halinde yaşadıkları Çin kaynaklarında belirtilmiştir. 808 yılında Karabalsagun Kitabesi’nin Çincesi, Uygurlar hakkında çok önemli bilgiler vermekte ve Uygur Hakanını “Dokuz soyun Kaganı” olarak zikretmektedir. Bunun yanı sıra idareyi elinde tutan boy Uygurlardı. Uygurlarda kendi içerisinde on kısma bölünmüşlerdi ve ilk Hanedanın adı Yaglakar Ailesi’nden geliyordu ve 795’e kadar bu durum böyle devam etti.

Dokuz Oğuz gibi On Uyguların kimlikleri de belirgin değildi ve birimlere ayrılması etnik olmaktan daha ziyade siyasi bir ayrılma görünümü taşıyordu.

Uygur Kaganlığı içerisinde başka etnik gruplarda bulunmaktaydı bu boylardan biri Beşbalık civarında oturan Basmiller, diğeri ise büyük bir kısmı Balkaş Gölü ve Beşbalık arasında bulunan Karluklardı.

Uygur Kaganlığı’nın sınırları doğuda Shih-weilere kadar uzanıyordu. Diğer taraftan batıda Altaylar, Çin’de Kansu-Ordos’a kadar Gobi Çölü’nün güneyi Beşbalık Turfan havzası sınır sayılabilirdi. Ancak Tibetlilerin bazen baskınları yüzünden elden çıkıyordu. Bir de

Beşbalık’taki Kagan Fu-tu kalesi bir ara Karlukların eline geçmişti. Kuzeyde ise Kırgızların itaate alınmasından sonra sınır hakkında herhangi bir şey bilinememektedir.

İkinci hanedandan itibaren unvanların değişmesi ay ve kün gibi Maniheizm’in etkisini açıkça gösteriyordu. Ama 795 ten sonra Beşbalık, Koço, Kuca, Aksu, Karaşar, Kaşgar gibi şehir krallıkları üzerinde Uygur nüfuzunun artması bu olaydan sonra olmuştur.

 

UYGURLARDA YAZI

Uygur yazısı kendisinden önceki mevcut sistemleri kısmen değiştirmiştir. Bu yazı sadece Uygurlar tarafından değil kendisinden sonra kurulan pek çok devlet tarafından kullanılmıştır. Uygurların yaşadığı coğrafyanın enginliğinden ve Uygurların mensubu olduğu dinlerin etkisinden dolayı Uygur yazısı da geniş sahayı kaplamıştır. Bu nedenle Uygur belgelerinin sayısı da fazla olmuştur. Uygurların muhtelif harflerle yazılmış eserleri bulunmaktadır. Ancak mensup oldukları dinlerin terminolojisini yansıtırken bile, Türkçe karşılıklar bulmaya çalışmışlardır. Bu arada şunu da belirtmek gerekir ki; Sanskrit, İran ve Süryani unsurlar Uygurca terimler arasında kendine yer bulmuştur. Öyle ki; bu kelimeler Uygurca içerisinde kökleşmiştir.

Uygurların İslam öncesi yaşantısında ortaya çıkan farklılıkları, alfabeleri ve kullandıkları yazı ile de kendini göstermektedir. Şöyle ki; Budist metinlerin tercümesi ile Sanskrit, Mani metinleri ile İran, Hristiyan metinleri ile de Süryani tesirleri almıştır. Hatta Uygur yazısının Arami asıllı olduğu üzerinde durulmuştur. Bunun başlıca nedeni; Uygurların kullandığı Sogd alfabesinin Sami alfabesi aracılığı ile Arami alfabesinde etkilenmesidir. Ayrıca Uygur alfabesinin daha önce Doğu Türkistan’da yaşayan Basmil ve Türgişlerin kullandığı da iddia edilmiştir. Uygurlar farklı bölgelerde ve zamanlarda değişik alfabe ile yazı şekilleri kullanmışlardır. Bunlar:

  • İlk devre(ilk Uygurca)
  • İkinci devre(serbest oluşturma dönemi)
  • Üçüncü devre (kendini muhafaza dönemi)

Uygurlar Göktürk Devletini tarih sahnesinden silerken aynı zamanda onların tarihi ve kültürel mirasını da devralmıştır. Nitekim Uygur yazısı bu dönemde Göktürk yazısını örnek almıştır. Daha sonra Sogd alfabesinde yapılan yeniliklerde kendi alfabesini oluşturmaya başlamışlardır. Önceleri soldan sağa yazılan yazı ileriki zamanlarda yukarıdan aşağıya doğru yazılmaya başlanmıştır. Uygurların bu dönemde kullandığı yazıya “runik” denir. Bu yazı özellikle Uygur Kaganlığı döneminde kullanılmıştır. Şine-Usu gibi yazıtlar runik yazı örnekleridir. Sogdlu tüccarlar yahut Uygur ülkesinde yaşayan Sogdlular bu Sogd yazısını Uygurlara öğretmiş olmalıdırlar. Uygurlar bu yazıya çeşitli ekler yaparak kendi alfabelerini oluşturmuşlardır. Uygurların yazılarını muhafaza ettiği devre ise, İslamiyet’i kabul edişlerinden sonraya rastlar. Bu dönemde Arap yazı kuralları benimsenmiştir. Uygurların bu döneminden günümüze muhtelif örnekler gelmiştir.

Timur ve oğulları zamanında Uygur-Arap harfli yazı gelişmiştir. Balasagunlu Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan Kutadgu Bilig, Uygur-Arap harfleriyle yazılmış nüshalardan oluşur. Uygurların kullandıkları yazı, bu devletin yıkılışından sonra, diğer diğer devletler tarafından da kullanılmıştır. Cengiz Han (Moğol İmparatoru) birçok müessesenin yanı sıra, Uygurlardan yazıyı da almıştır.

Uygur yazısının etkileri yalnız Moğol Devletleri ile sınırlı değildir. Osmanlı Devleti hükümdarı Fatih Sultan Mehmed’in Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a yazdığı yarlık Uygur alfabesi ile yazılmıştır. Bugün Topkapı Sarayı müzesinde bulunan yarlığın konusu Fatih Sultan Mehmed’in Uzun Hasan’a karşı kazandığı başarılarıdır. Görülüyor ki; Uygur yazısı muhtelif dönemlerde ve muhtelif devletler tarafından zaman zaman farklı amaçlar için kullanılmıştır. Gelişen zaman içerisinde Uygur ülkesi yeni istilalara uğramış ve farklı yazılarla tanışmıştır. Latin alfabesi bunlardan biridir. Bu arada Latin alfabesi, Çin alfabesine yatkınlığı dolayısıyla ikinci planda kalmıştır. Bunun yerine Arap harfli Uygur yazısı ön plana geçmiştir.

Uygur Türkçesi dil ve yazı dilinde oluşur. Uygurca ya da başka bir ifade ile Uygur Türkçesi birçok lehçeyi bünyesinde bulunduran zengin bir dildir. Zira Uygur Türklerinin mensup olduğu dinler, Uygur dilini de etkileyerek değiştirmiştir. Özellikle Budist tesirli dil yadigârları zamanla kökleşmiştir. Uygur yazısında değişik yazı stilleri bulunmakla beraber bunları yazmada kamış ya da fırça kullanılmıştır. Ama en önemlisi Uygur Türklerinin bu alanda “tahta baskı metodu”nu kullanmalarıdır. Bir ağaç kalıp yoluyla kitap basma işi, Uygurların yazı, dil ve edebiyata ne derece önem verdiğini gösteren önemli bir delildir. Ayrıca baskı metoduyla günümüze kadar ulaşan bu numuneler başka bir örnektir. Baskı metodunda kâğıt kullanıldığı bilinmektedir. VIII. Uygur esirlerinin Semerkant’lılara kâğıt yapma ve baskı metodu ile ilgili bilgileri öğrettiği bilinmektedir. Bugün Uygur tahta baskı metodu ile yapılan örneklerin pek çoğu dünya müzelerinde bulunmaktadır.

 

UYGURLARDA MİMARİ

“Yerleşik hayata geçen ilk Türk devleti” unvanını taşıyan Uygurlar bu alanda önemli gelişmelerin de sahibidir. Uygur mimari yapısı şu şekilde ortaya konula bilinir:

“Balık”: Surlarla çevrili kale yahut şehir anlamında kullanılmaktadır. Buna ek olarak “Ordu” adı verilen hükümdar kalesi ya da sarayı bulunmaktadır. Ordubalık (Ordu Örgin) ise hükümdar kalesinin bulunduğu surlu şehirdir.

“Ediz Ev”: Kule-tapınak manasına gelmektedir. Kulelerin tepesinde “kalık” adı verilen köşkler bulunmaktadır.

“Uluş”: Köy anlamında kullanılmaktadır.

“Stupa”: Budist türbe anlamındadır. Yukarıda zikrolunan yapılar; göl, akarsu ve bahçelerle süslenerek Uygur şehirciliğini geliştirmiştir. Uygur mimarisinde, bina yapımında özellikle Sasani ve Hint-Budist tesirini görmek mümkündür. Bütün yapıların kurulduğu başka Uygur şehirleri ve şehirlerin bulunduğu yerler ise şöyledir:

  • Hoço şehri: Diğer adı “İdikut”dur. Bunun nedeni ise, Uygur devlet merkezi olması ve Uygur Kaganları’nın burada ikamet
  • Senggim: Etrafı sularla çevrili olan yerleşim, su kenarındadır.
  • Murtuk Bezekliği: Yağmur ve deprem gibi doğal nedenler ile tahrip olmuştur.
  • Çıkan Göl: Buradaki buluntularda Uygurların önceki depremlerine ait mabetlere rastlanmıştır.
  • Toyok: Buradaki buluntular yalnız Uygurlar dönemine ait değildir. Ancak kullanılan üslup, İran’da Mısıra oradan Tayok’a ulaşmıştır. Buradaki etkiler ise Araplara geçmiştir.
  • Kara-Hoço: Hint-İran ve Çin tesirindeki yapılar ile girift bir özellik taşır.
  • Tung-Haung: Uygur Türkleri için önemli bir yerleşim yeridir. Kayalara oyulmak suretiyle inşa edilen, “Bin Buda” mağaralarının tavan ve duvarları freskler ile süslenmiştir.

Konu itibarı ile Uygur şehirciliğine de biraz değinelim. VIII. yüzyıldan itibaren Ordubalık şehrinin de kurulması ile Uygurlar, sonunda yerleşik yaşayışa hız kazandırmıştır. Bu yüzyılın (VIII. yüzyıl) sonunda ise, Turfan, Koca, Karaşar gibi şehirlerde Uygur hâkimiyeti tamamlanmıştır. Tengri’de Bolmiş il İmiş Bilge Kagan tarafından kurulan Ordubalık, Türk şehircilik tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Zira Türklere şehir kurduran ilk hükümdar, Tengri’de Bolmiş il İmiş Bilge Kagan’dır. Ordubalık hakkındaki bilgiler, Tamih İbn Bahr’ın Seyahatnamesi ile günümüze kadar ulaşmaktadır. Uygurların Beşbalık şehri etrafındaki yaşayışı daha sonraki dönemlere denk gelmektedir. Burada yazın ve kışın

 

yaşanan coğrafya farklıdır. Örneğin; kışın Turfan’da bulunan Uygurlar yazın Beşbalık şehrinde yaşamaktadır.

Beşbalık şehri X. yüzyıldan sonra bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiştir. Beşbalık, Can Balık, Sülmi gibi kentler daha sonra, Kaşgarlı tarafından zikrolunan Uygur şehirleridir. Ayrıca Karabalsagun şehri de Ch’ang-Ch’un seyahatnamesinde zikrettiği Uygur şehir adıdır. Çince “Ho-la” kara, “Pa-la-ha-sun” ise şehir anlamında olduğundan; Kara şehir “Ho-la-pa- la-ha-sun” olarak geçmektedir. Ch’en Ch’eng ise Seyahatnamesi’nde zikretmektedir. Yine

VIII. yüzyılda kurulan önemli bir Uygur şehri de “Baybalık”tır. Kuruluşu Ordubalık ve Karabalsagun şehirlerinin kuruluşu ile aynı döneme denk

Uygur şehirciliğinde mimariye önem verilmektedir. Dış mimarinin yanı sıra, iç mimari de dikkat çekicidir. Uygur evlerinin odalarında, yerlerde halı ve yerden yüksekliği 30 cm olan sedirler bulunmaktadır. Bu evlerde kullanılan perdelerin dikkat çekici özelliği, hem dekoratif, hem korunma amacını gütmesidir. Görüldüğü gibi Uygur mimarisi ve şehirciliği iç içedir.

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir