DEVLET YÖNETİMİ ve TEŞKİLAT
Bütün işlerin görüldüğü hükümet merkezi Karabalsagun’da idi. Kaganlar divanlarını burada toplar, devletin siyasi kararları burada alınırdı. Devlet memurların birçoğu Kagan’ın kontrolü altında askeri ve mülki işlerin her ikisini de bir arada yürütürlerdi. Bu çok doğaldı, çünkü savaşçı bir millet olan Uygurların idarecilerinin de hemen hepsinin aynı zamanda yetenekli birer asker olmaları da zorunlu bir durumdu.
Göktürklerin kullandığı bütün unvanların aynı zamanda Uygurlar tarafından kullanıldığını incelemeler bize gösteriyor. Ama bazı unvanların karşılıkları değişmişti. Çin asıllı birkaç unvana rastlanırken, bunların çoğu da zaten Türkler tarafından daha önce de kullanılmıştı; yani Uygurlar doğrudan doğruya bunları Çin’den almamıştı. Uygur Kaganlığı’nda il ügesi unvanını taşıyan Apa Tarhan devletin hem iç hem de dış işlerini yönetirdi. İl ügesi gerektiğinde yabancı bir devletle olan savaşa bizzat iştirak ederdi. Kaganlığın iç ve dış işlerini yürüten dokuz Tarhan ona bağlıydı. En dikkat çeken unvanlardan olan Çince kökenli Tutuk unvanı askeri vali yerine boy reisi anlamına geliyordu. Sayıları 11 tane olup siyasi görevlerinin yanında devlet için vergi toplarlardı.
Öte yandan Uygur Kaganlığı’nda yönetim babadan oğula geçmekteydi. Bu kaideyi ilk bozan ve bir ihtilalle tahta geçen hükümdar Tun Bağa Tarkan oldu. Tun 789 tarihinde ölünce oğlu tahta geçti, ama bir yıl sonra küçük kardeşi tarafından öldürüldü. Herhalde saltanatın babadan oğula geçmesi kaidesi o kadar güçlü olmalı ki, öldürülmüş olan Kagan’ın oğlu lehine bir isyan çıktı ve henüz çocuk yaştaki oğlu tahta geçirildi.
Uygurlarda diğer Türk devletlerinde olduğu gibi dış işlerden sorumlu olan bir birim vardı. Bu birimde çalışanlar çeşitli dilleri konuşup yazanlardan seçilmişti. Yazılara bugün Cumhurbaşkanı’nın imzası gibi Tanhu’nun mührü basılırdı. Kendilerine elçilik sıfatıyla gelenlere, casusluk yapmadıkları sürece iyi davranırlardı. Eğer bundan şüphelenirlerse onları ya hapse atar ya da sürgüne gönderirlerdi.
Tarihi süreç içerisinde bugünkü Dışişleri Bakanlığının görevini yerine getiren bu kurum, devletin dış siyasetinin belirliyordu. Bu konuda önceliği ticari ilişkiler ve bağımsızlığa zarar vermeyecek şekilde oluştururlardı. Hükümet merkezinde farklı güçlü gruplar vardı. Bu nedenle muhtelif bakanların çoğu Mani Dini’ne girdikten sonra Sogdlulardan seçiliyordu. Mani Dini’ne mensup kişilerin tesiri bu dini kabul eden ve Sogdların Çin aleyhtarı tavsiyelerine uyduğu için Bögü Kagan’ı öldüren Tun Bağa Kagan zamanında bile Uygur memurları arasında Sogd asıllı olanlar vardı. On üç hükümdarın yedisinin hanımı Çinli idi. On üç Kagandan yedisinin unvanında şu terimlerden biri bulunurdu: Tengri’de, Ay Tengri’de, Kün Tengri’de. Bu hâkimiyetin gökten, güneşten ya da aydan geldiğine inanıldığını göstermektedir. Aslında bir bakıma Uygur Kaganları’nın söz konusu unvanlarla hükümdarlıklarının sadece Uygurlarla değil, bütün dünyanın hükümdarı olduğu düşüncesinin varlığının sonucunu çıkarmak da mümkündür.
Her ne kadar Çin İmparatorları Uygur Kaganları’nın kendileri tarafından tayin edildiğini iddia etseler de aslında Uygur Kaganları onlara karşı daima hakimane bir tavır takınmıştır. 762’de asi Shih Chao-i’ye karşı T’ang Hanedanı’na yardım için Çin’e giden Bögü Kagan, Çin veliahdının kendi önünde dans etmesini istemiş, diğer Çinli memurlar buna karşı çıkınca dövülerek öldürülmüşlerdi. Uygurlarda ilginç bir nokta da zayıf hükümdarların sık sık tahttan indirilerek öldürülmeleridir. İç yönetimde ise en önemli sorun, birliği sağlam temellere oturtarak devam ettirmek ve dağınık Türk boylarını kendi hâkimiyetlerine almaktı.
Doğu ve batı yönlerine verilen önemle ortaya çıkan ikili teşkilat ve buralara tayin edilen idareciler daha çok hanedan üyeleri arasından gönderiliyordu. Ayrıca da yönetim zihniyeti açısından dünya dört ana yön olarak algılanıyordu. Gök’ün temsilcisi Türk hükümdarı bütün yeryüzünü idaresi altına alabilirdi. Çünkü Gök Tanrı ona bütün dünyayı idare etme yetkisini veriyordu. Türk fütuhat felsefesinin Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi olarak ortaya çıkmasındaki katkılardan biri de bu noktadır
TEŞKİLAT
Hükümdar
İslam öncesi Türk devletlerinde hükümdarlar, Şan-yü, Kagan, Han, Yabgu, İlteber gibi unvanlar taşımışlardır. Hükümdarlık alametleri olarak ise; otağ(Kagan çadırı), örgin (taht), tuğ (sancak), davul, kotuz (sorguç) kullanılıyordu. Tahtlar altından yapılarak kendi konumlarının ne derece yüksek olduğunu ifade ederlerdi. Tuğların tepesine altın bir kurt başı ilave edilirdi.
Hükümdarlarının tahta çıkışında ise; onu bir keçe seccade veya halının üzerine oturtarak veyahut kalkan üzerinde havaya kaldırılarak sevinçlerini belli ederlerdi.
Uygur hükümdarları kendilerinin egemenlik güçlerinin tanrısal bir kaynağa bağlanmış olmasını belli ederek, kendilerinden “Gök ve Ay Tanrıdan kut bulmuş” diye söz etmişlerdir. Ayrıca bu da kendilerinin Hunlar ve Göktürklerin mirasçısı olmalarını gösteren diğer bir delildir. Hükümdarlar, kendi asıl adlarından başka, bir de saltanat ve hükümet adları da kullanmışlardır. Bundan dolayı Uygur Kaganları’nın çoğunun asıl adları öğrenilmemiştir.
Ayrıca hükümdarın tahta çıkışında töre hükümleri en geçerli belirleyici unsurdu. Siyasi iktidarın kaynağını kut inancıyla Tanrı’ya bağlamak, Kaganı Tanrı huzurunda sorumlu hale getiriyordu. Bu düşünce tarzı hükümdarın hareketlerinin millet tarafından kontrol altında olmasına imkan sağlıyordu. Bu kontrol ise meclisler tarafından yapılıyordu.
Uygur Hükümdarı, var olan toprakları şahsi malı olarak kullanamazdı. Toprak millete aitti. Uygur Kaganı’na düşen görev ise ata yadigârı olan bu toprakları halkının barış içinde oturmasını sağlayarak iç ve dış düşmanlara karşı korumaktı. Ayrıca nüfusu çoğaltmak, aç milleti doyurmak, çıplak milleti giydirmek ve gece gündüz milleti için çalışması da görevleri arasındadır.
Hatun
Hükümdarların birinci hanımına verilen unvandır. Hatunlar gelecek Kaganların Anneleri idiler. Bu bakımdan ilk hanımın anne ve babasının Türk olmasına dikkat edilmiş ve bu kanun diğer hatunlardan olan çocukların tahta geçmesine imkan vermemiştir.
Hatunların ayrı sarayları ve askerleri vardı. Devlet meclisine katılırlar, elçileri kabul ederlerdi. Bu ise bize, hatunun sadece gelecek Kaganın annesi vasfından başka devlet kademesinde önemli bir yerinin olduğunun göstergesidir. Hatun askeri faaliyetleri yönetmenin dışında çoğu kez savaşlara da bizzat katılırdı. Bu cümleden yola çıkararak diyebiliriz ki: Hatunlar, devlet bünyesinde, toprak ve asker sahibi bir boy beyi gibi, önemli bir yer kaplamıştır.
Hakandan sonra devletten en çok sözü geçen kişi hatundur. Hatunlar, büyük devlet işlerinde çoğu kez önemli bir rol oynarlardı. Bu gelenek, Uygurlarda oldukça eskiydi ve muhtemelen anaya duyulan geleneksel saygıdan kaynaklanıyordu. Hatta Uygurlar devlet oluşumunu tamamlamadan önce, VII. yüz yıl ’da Uygur reisinin sefere çıkması üzerine annesi olan Uluğ Hatun, toplumdaki davalara bakıp, aralarındaki sorunları töreye göre adaletle gidermeye ve toplumsal barışı bozmamaya çalışmıştır.
Hukuk
Uygurlardan günümüze kadar gelen ve özel hukukları hakkında çeşitli ipuçları içeren hukuk belgeleri incelendiğinde, her şeyden önce bu belgelerin birbirine olan benzerlikleri dikkat çekmiştir. Uygur hukuk belgelerinden onların hem gerçek hem de hükmi şahısları bildikleri görülmüştür. Uygurlarda kişiler özel mülkiyet ve ferdi hukuk diyebileceğimiz haklara sahip bir sistem vardı. Bu geçmişe bakıldığında diğer topluluklarda olmayıp ama Türklerde var olan hürriyeti göstermesi açısından önemlidir.
Bütün Türk topluluklarında olduğu gibi Uygurlarda da aileye de büyük önem verilmiştir. Çin kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, Uygurlarda aile, resmi ve hukuki bir evlenme akdine dayanmıştır. Evliliği “kavuşmak”olarak niteleyen Uygurlar, evliliğin aşk ve his yönünü belirtmişlerdir Uygurlarda kan hısımlığı evlenmeye engeldir. Evlenmenin belli bir yaşı yoktur ve buluğ evlenme için yeterlidir. Evlenmenin şartları arasında, tarafların ve anne babanın rızası gereklidir. Ayrıca güveyi tarafından, kız için kızın babasına ve velisine verilen “kalın” adı ile anılan belli bir miktar mal söz konusudur.
Adam öldürmek, barış zamanında başkasına kılıç çekmek, hırsızlık, hayvan kaçırma, ırza tecavüz gibi suçların cezası idamdı. Yapılan suçun, devlet tarafından çözülmeye çalışılması ve çözülmesi Uygurların hâkimiyetinde yaşayanlar arasında kan davası güdülmesine ve toplumsal barışın bozulmasına engelleyici bir set oluşturuyordu. Adli teşkilat ise; biri hükümdarın liderliğini yaptığı, siyasi suçlara bakan Yüksek Devlet Mahkemesi, diğeri ise hâkimlerin idaresindeki mahkemelerdi.
Uygurlarda diğer Türkler gibi yazılı olmayan ama toplumun hayatının her safhasını belirleyen Töre isimli kanunlar vardı. Diğer yandan töreye göre suç işlenmesinin cezası çok ağırdı.
Töre
Eski Türk hayatını belirli bir kurala göre düzenleyen sözlü hukuk kurallarıdır. Töre, Türk topluluklarının disiplinli bir hayat yaşayan sert ve ağır tabiat şartlarının mücadeleli sosyal hayatının gereksinimlerinden doğmuştur.
Töre, halk, ülke ve istiklalle birlikte Türk devletinin dört temel unsularından biridir. Töre, Türk devletinin kuruluşundan itibaren, Türk topluluklarının yaşayış kuralarını belirleyen ve Türk devletinin işleyiş düzenini sağlayan değişmez hükümlerden ibaret değildi. Bununla beraber törenin anayasa hükmünde değişmez prensipleri vardı. Törenin değişmez prensipleri ise; adalet, iyilik, faydalılık, eşitlik ve insanlık olarak sıralayabiliriz. Törenin cezaları ağırdır, ama töre Türk milletinin bel kemiğini teşkil ettiği için hiç kimse bu cezaları haksız ve adaletsiz görmezdi. Uygurların hareketli bir yaşamları olmasından dolayı işlenen suçların cezası töreye göre gayet pratik ve caydırıcı nitelikteydi
Eski Türklerde Göktanrı’dan “kut” alarak tahta geçen hükümdar hâkimiyetini töreye uygun olarak sürdürmek zorundadır. Töre hem yönetenleri, hem de yönetilenleri bağlar Töre de şartlara göre yapılacak değişiklikler “toy” adı verilen meclisler de onaylanmadan yürürlüğe konamazdı.
Hukuk Vesikaları
Uygurlar kendisinden önceki Türk devletlerinden farklı olarak sosyal ve ticari hayatlarını aydınlatacak hayli belgeye sahiptirler. Bunlar arasından en mühimleri hukuk vesikalarıdır. Uygur hukuk vesikaları genel olarak şahısların birbirleriyle, şahısların devletle yaptığı anlaşmalar olarak iki grupta toplanmıştır. Bu vesikalar muhtevalarına göre altı kısma ayrılmıştır. Borç alıp verme, mal alım-satımı, kiralama, rehin, vakıf, vasiyetnamelere dair belgelerdir. Uygur vesikalarını çoğu ticaretle alakalıdır. Hukuk vesikalarından Uygur Türk toplumunda hukuk ve yargı sisteminin oldukça iyi düzeyde olduğu ve muntazam işlediği sonucuna rahatlıkla ulaşılabilir. Ayrıca bu vesikalara bakıldığında Uygur sosyal hayatını tanzim eden kurumları ve kanunları da görebiliriz. Toplumun insani hakları konulan kurallar sayesinde teminat altına alınmıştır.
Ordu
İslamiyet öncesi Türklerde askerliğe diğer milletlerde olduğu gibi özel bir meslek gözüyle bakılmadığı için her Türk bir asker niteliğindeydi. Uygurlarda, Hun ve Göktürklerde de olduğu gibi en büyük askeri birliğe “Tümen” denilirdi ve tümen on bin askerden oluşurdu. Ordunun onlu sistem adı verilen sisteme göre şekillendirilmesi en alt seviyedeki subaydan en üst seviyedeki komutanına kadar birleştirici adeta milli bütünlüğü sağlayan bir etken oluyordu.
Bütün tümenlerin başındaki büyük komutana “Baş Sangun” denilirdi. Baş Sangunlar “Şad”lara ve “Tekin”lere bağlı idi. Bazı araştırmacılar “Tümen başı” rütbesinin “şad” rütbesi ile aynı seviyede olduğunu söylemekte iseler de, henüz ispat edilememiştir. Şad eski Türk devlet teşkilatında yabgudan sonraki rütbe olup ordudan sorumlu idi. Şad hanedan üyelerinin içinden seçilirdi ve “sağ şad” sol şad diye ikiye ayrılırdı. Bunlar merkez ordu komutanlığına bağlı sağ ve sol ordu komutanları idi. Tekinler ise Kagan’ın oğullarının ve diğer hanedan üyelerinin unvanı olup, Göktürkler döneminde Şadlar ile yetkide eşit iken Uygurlarda Şadlardan daha önemli bir rütbe oldu.
Uygur devletinde Tekin iken Kagan olanlar da vardı. Tekinler ve Şadlar tümen komutanlarını doğrudan idare edebilmekteydi. Tümen komutanlarına Sangun adı verilirdi. Sangunlardan sonra ki askeri rütbe ise “Çor” idi. Bu rütbeye ancak hanedan ailesine mensup olan erkekler sahip olabilirlerdi. Uygurlarda Çorluk’tan Kaganlığa yükselenler de vardı. Çor’un askeri rütbedeki karşılığının ise “binbaşı” olduğu anlaşılmaktadır.
Diğer Türk devletlerinde de bulunan en önde gelen özelliği, hareket halinde olmaları idi. Toplumun bu hareketli yapısı topluma dinamizm veriyordu. Ordunun böyle teşkilatlanması Türk ordusunun zamanının en güçlü ordusunu meydana getirmesine imkan veriyordu. Yiyecekleri konserve şeklinde yanlarında taşımaları kendilerine ayak bağı olan sürülerden kurtulmalarına, daha hızlı ve rahat hareket ederek düşmana yıldırım gibi saldırmaları gibi sonucu doğuruyordu.
Uygur Devleti’nin ordusu o çağın tekniğine göre en tesirli silahlarla donatılmıştı. Islıklı okla saldırmaları sanki bugünkü makinalı tüfek kullanmaları gibiydi. Ayrıca at üzerinde giderken dört bir yana ok atabiliyorlardı Savaş stratejileri Turan Taktiği dediğimiz kurt oyunu üzerine kuruluydu. Buna göre: Süvariler kaçıyor gibi geri çekilirler, çekilirken ok atmaya devam ederken düşmanı şüpheye düşürecek hareketlerden kaçınırlarken düşmanı üzerlerine çekerlerdi. Pusu kurulan arazinin istenilen bölgesine giren düşmanı çembere alarak imha ederlerdi. Türkler iyi bir savaşçı olmalarını hareketli hayat tarzı ve daima spor yapmalarına borçluydu. Bundan dolayı başarılı oluyorlar ve diğer milletler tarafından taklit edilmişlerdir.