Totalitarizm
Totalitarizm, otoriter rejimlerin tüm özelliklerini içermekle birlikte çok daha baskıcı rejimlerdir. Total kelimesi, “bütün”, “her şeyi içine alan” anlamına gelmektedir ve totalitarizm bir rejim biçimi olarak bu özelliklere sahiptir. Çünkü tüm toplumu her bakımdan birbirine benzeyen insanlardan oluşmuş, aynı idealleri paylaşan bir bütüne dönüştürmeyi hedefler. Bu tip rejimlerde “birey” yoktur; birey tek başına bir değer değildir. Ancak ve ancak toplumla bütünleşirse bir değer kazanır. Elbette bütün toplumlar, kendisini oluşturan bireylerin ortaklıkları üzerine kuruludur. Ortak tarihsel geçmiş, ortak dil, ortak değerler ve ortak ülkü, ortak coğrafya, ortak müzik ve sanat vb. Ve bu ortaklıklar günümüzde ulus-devlet ve onu oluşturan bireyler olarak vatandaşlar olarak tezahür etmektedir. Ancak, bu ortaklığın belirli sınırları vardır ve birey tüm bu ortaklıklara rağmen ayrı bir varlıktır. İşte totaliter rejimlerde, özel hayatı, kendine ait beğenileri, değerleri, ideali olan bir birey tanımı kabul edilmemektedir. Çünkü devletin her konuda en iyiyi bildiği varsayılmaktadır; insanların kendiliğinden bu iyiyi bilmeleri mümkün değildir, devletin bunu topluma anlatması, anlatmakla da kalmayıp bireylerin bu değerleri ve yaşam biçimini zorla da olsa benimsemesi gerekmektedir.
Totalitarizm organizmacı ve dayanışmacı toplum fikrine dayanmaktadır. Organizmacı bakış açısına göre toplum, aynı yaşayan bir organizma gibi örneğin bir insan ya da hayvan gibi çeşitli organlardan oluşmaktadır; eller, ayaklar, iç organlar, kafa, gözler, kulaklar vb. Organların hepsi bir arada ve uyum içinde olursa o organizma sağlıklı bir yaşam sürebilir. İşte, toplum da bütün bu organlardan oluşan bir canlıdır; örneğin devlet beyindir, düşünen ve iyiyi bilen, ayakların, ellerin, kolların hangi durumda, hangi zamanda, ne yapması yaptığına karar verip ona komutu veren organdır. Diğer organların beynin emirlerini yerine getirmesi gerekir ki organizma sağlıklı bir yaşam sürebilsin. Bunun için dayanışma gerekir, yani tüm organların tek bir ülkü etrafında birleşmesi ve birbirine yardım etmesi gerekir. Tek bir amaç etrafında birleşen ve faaliyet gösteren böyle bir toplumun yaratılması için ortak bir ideoloji gerekmektedir. Bu ideoloji bazen milliyetçilik, bazen ırkçılık, bazen ideal politik düzen olabilir. İdeolojinin içeriğinin ne olduğu önemli değildir, önemli olan toplumun bu ideolojinin tek ve en doğru ideoloji olduğuna inandırılmasıdır. Bu ideolojiler total ideolojilerdir, yani kapsayıcıdırlar, “… hayatın hiçbir alanını dışarıda bırakmazlar.” Her soruya verecekleri cevapları vardır, hayatın her alanına ilişkin doğruları vardır ve bunlara inanmayanlar hain olarak ilan edilirler.
Siyaset totaliter rejimlerde, tüm alanları içeren ve onların üstünde olan bir alandır. Toplum tamamen politize edilir. Toplum, bu anlamda adeta askeri bir garnizon gibidir. Kültürel, sosyal, iktisadi, sanatsal vb tüm alanlar siyasi alanın güdümü altındadır; hangi sanat tipinin benimsenip üretileceği, neyin üretilip ne kadar tüketileceği, toplum-din ilişkisinin nasıl olacağı, hatta bazen kaç çocuğa sahip olunacağı gibi üretimden konut politikasına, sanattan nüfus politikasına her alan devlet tarafından en ince ayrıntısına kadar planlanır ve uygulanır. Yani, siyasetin kapsayıcılığı ve üstünlüğü, totaliter rejimlerin bir başka özelliğidir.
Böyle bir rejimin kurulması, hemen her alanda tekelci bir yapının oluşturulmasıyla mümkündür. Tekelci parti, bunun en bariz örneğidir. Ancak tek bir partinin kurulmasına izin verilir; birden fazla partinin bulunduğu totaliter rejimlere rastlansa da bu partiler göstermeliktir ve siyasal parti fonksiyonu görmemektedir. Çünkü toplumun tek bir bütün olması durumunda farklılıklar olmayacağından, bu farklılıkları temsil edecek başka partilere de ihtiyaç duyulmayacağına inanılmaktadır. Tekelci parti, demokrasilerde gördüğümüz siyasi partilerle en ufak bir benzerliğe sahip değildir. Parti adeta devletin kendisidir. Dolayısıyla, parti-devlet bütünleşmesi, totaliter sistemlerin bir başka özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta birçok durumda, parti-lider bütünleşmesine de rastlanmaktadır. Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nun lideri olan Sovyetler Birliği’nin Komünist Partisi, 1933’de Almanya’da kurulan faşist rejimde Alman Nasyonal Sosyalist Parti, yine hala varlığını sürdüren Çin Komünist Partisi totaliter partilere örnek olarak verilebilir.
Totaliter sistemlerde ekonomi genellikle devlet kontrolündedir. Elbette bu durumun çok sayıda istisnası da vardır, ancak yine de totaliter sistemlerde genellikle, diğer birçok alan gibi ekonomik alanın da devlet tarafından planlı bir şekilde düzenlenmesi, neyin ne kadar üretilip tüketileceği, ne kadar ithalat ve ihracat yapılacağı ve benzeri konular devletin tekelindedir. Çünkü ekonomik alanda bireysel özgürlük, toplumu her yönü ile kontrol etmek isteyen ve bireyi yok sayan totaliter zihniyet için tehlikeli bir durumdur. Bireysel ekonomik özgürlük, aynı zamanda bireyleri ve grupları güçlendirebilir ve devlete karşı bir tehdit olmalarının yolunu açabilir.
Şiddet, totaliter toplumda yöneten-yönetilen ilişkisinin belirleyici öğesidir. Otoriter rejimlerde de devletin vatandaşlara karşı şiddet kullanması çok görülen bir durumdur, ancak totaliter sistemlerde bu hem daha yaygındır hem de şiddetin kullanımından çok kullanma potansiyeli bir terör unsuru olarak kullanılır. Montenquieu, siyasal düzenleri sınıflandırırken Despotluk rejiminden bahseder ve bu rejimi ayakta tutan ilkenin “korku” olduğunu söyler. Montesquieu’nun sözünü ettiği şey, tam da totaliter rejimlerdeki korku ile aynı şeydir. Sınırsız bir şiddet ve şiddet kullanma tehdidi vardır. Şiddet sadece işkence veya silah ile uygulanmamaktadır. Aynı zamanda, sürgün edilme, çalışma kamplarına gönderilme gibi yöntemler kullanılmakta, bunun yanı sıra tüm toplum üyelerinin birbirini jurnalliyeceği bir sistem kurarak herkesin birbirinden (komşusundan, akrabasından, arkadaşından, eşinden hatta çocuğundan) şüphelenmesini sağlamakta, böylece ihbar edileceği korkusu yaşayan suskun ve boyun eğen bir kitle yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu şiddet o kadar yaygındır ki, sadece muhaliflere değil bazen rejim yandaşlarına da uygulanmaktadır. Örneğin, Almanya’da A. Hitler, 1933 yılında faşist rejimi kurduktan kısa bir süre sonra, kendisine rejimin kurulmasında yardımcı olan SA örgütünün ileri gelen üyelerinin kimini hapse attırmış, kimini sürgün etmiş, kimini de öldürtmüş, böylece kendisine ileride rakip olabilecek veya yapılanlara tanıklık edebilecek kişileri ortadan kaldırmıştır. Bu anlamda, totaliter sistemlerde şiddetin ve terörün sınırı yoktur.
Sonuç olarak totaliter rejimler, “… tüm toplumu kapsayan ideolojik rejimlerdir. Bu tür rejimlerde toplumsal, iktisadi, kültürel vb tüm alanlar siyasallaşmış, ideolojikleşmiş, siyasal alanın (devletin) içine adeta hapsedilmiştir. Totaliter rejimin özünü, korku ve kontrol oluşturur. Devlet, her şeyin üstünde ve her şeyi kapsayan, kontrol eden ve kendi içinde eriten, kendi dışında başka alanların oluşmasına ve yaşamasına izin vermeyen, amaçsallaştırılmış bir idealdir. Tektipleştirilmiş insan ve tektipleştirilmiş yaşam biçimi, totaliter rejimin nihai amaca ulaşmak için düşündüğü en ideal insan ve toplum biçimidir.” Totaliter sistemler bir’den fazla biçimde ortaya çıkabilir. 20. Yüzyılda en yaygın örnekleri faşist rejimler ve komünist rejimler olarak ortaya çıkmıştır. Bütün faşist rejimler totaliterdir ancak komünist rejimlerin totaliter olan örneği olduğu gibi olmayan örnekleri de bulunmaktadır. Faşist rejimler ideolojik yelpazenin genellikle daha sağında yer alıp, milliyetçilik, ırkçılık, kültürel birlik ve benzeri zeminler üzerine total toplum yaratmaya çalışırken, komünist totaliter rejimler ideolojik yelpazenin solunda yer alıp, genellikle eşitlik ve devletsiz toplum ideali ile yola çıkmaktadırlar. 1922 yılında Mussolini önderliğinde İtalya’da, 1929 yılında Portekiz’de, 1933 yılında Hitler liderliğinde Almanya’da ve 1938 yılında İspanya’da kurulan ve II Dünya Savaşı ile sona eren rejimler totalitarizmin faşist türüne örnek verilebilir. Sovyetler Birliği’nin özellikle 1920’lerden 1950’lere kadar devam eden Stalin dönemi ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde 1960’ların ortalarından 1970’lerin ortalarına kadar devam eden Çin komünist Partisi Başkanı Mao Zedong dönemi (Kültür Devrimi dönemi olarak da bilinmektedir) ise totalitarizmin komünist türüne örnek verilebilir.