Kozmoloji (evren bilimi), bir bütün olarak evreni konu alan bilim dalıdır.
Kozmoloji sözcüğü Yunanca κοσμολογία (cosmologia, κόσμος [kozmos] düzen, bütün + λογια [logia] söylev) sözcüğünden türemiştir. Her ne kadar kozmoloji sözcüğü nispeten yakın zamanlı bir sözcük olsa da evren; tarih boyunca bilim, felsefe, ezoterizm ve din gibi farklı disiplinler tarafından araştırma konusu olmuştur. Kozmoloji ise bir sözcük olarak ilk kez 1730 yılında Christian Wolff’un Cosmologia Generalis isimli eserinde kullanılmıştır.[4]
Kozmoloji ile uğraşan bilim insanlarına kozmolog veya evren bilimci denir. Çağdaş yazında kozmoloji veya evren bilimi ile genelde fiziksel kozmoloji kastedilmektedir. Bu bağlamda kozmologlar, kozmoloji çalışmaların içerisinde astronominin yanı sıra biyolojiden matematiğe kadar birçok bilim dalını da kullanırlar. Kozmoloji, evrenin yapısını, tarihini ve geleceğini inceler. Fiziksel evrenin bir bütün olarak kavranıp anlaşılmasını sağlamak amacıyla doğa bilimlerini, özellikle gök bilimi ve fiziği bir araya getirir.
Farklı dallarda kozmoloji
Yakın zamanda fiziksel kozmoloji olarak adlandırılan ve evrenin bilimsel gözlem ve deney yoluyla anlaşılmasını konu edinen fizik ve astrofizik bilimleri merkezî bir konumdadırlar. Fiziksel kozmoloji, evrenin Büyük Patlama (İngilizce: Big Bang) sonrası yaklaşık olarak 13,7 ± 0,2 milyar (109) yıl önce ortaya çıktığını ve evrenin tarihinin başlangıcından sonuna kadar tamamen fizik kanunları tarafından idare edilen düzenli bir süreç olduğunu ortaya koyar.
Felsefî bir açıdan evreni inceleyen metafiziksel kozmoloji ise çok eski bir disiplin olup evrenin, insanın, tanrının veya onların ilişkilerinin doğasını aklî ve ruhânî deneyimler veya gözlemler sonucu açıklamaya, sezgisel çıkarımlar bulmaya çalışır.
Dinî kozmoloji ise fiziksel kozmolojiden ziyade metafiziksel kozmolojiye yakın olan ve evrenin tarihi ve doğasının belirli bir dinî bağlamda incelenmesinden ibarettir. Farklı dinlerin inanç yapıları oldukça farklı olduğu gibi evrene bakış açıları da oldukça farklıdır. Bu sebeple her dinin bir veya daha fazla farklı dinî kozmolojik görüşleri bulunmaktadır. Ayrıca kozmoloji, sıklıkla dinlerin ve mitolojilerin var oluş ve gerçeğin doğasına dair görüşlerinde de önemli bir rol oynar. Bâzı durumlarda evrenin yaratılışı (kozmogoni) ve yok edilişi, son buluşu (eskatoloji), dinî bağlamda insanın evrendeki konumu ve kimliği açısından önemli bir yer işgal etmektedir.
Daha ziyade çağdaş bir ayrışık disiplin de ezoterik kozmolojidir ki bu, dinî ve felsefî bağlamdaki kozmoloji anlayışlarına yakın olsa da geleneklerden daha ayrık ve belirli bir dogmatik itikattan bağımsız, sıklıkla inançtan ziyade özellikle çağdaş entelektüel anlayışa dayanan ve ruhâniliği sadece biçimlendirici bir kavram olarak gören bir kozmoloji anlayışı tanımlamaktadır.
Tarih boyunca farklı kozmoloji fikirleri
Tarih boyunca kozmoloji Dünya’nın birçok farklı bölgesinde farklı şekillerde farklı medeniyetlerce keşfedilmiş, çeşitli kozmogoniler, evrenin ortaya çıkışına dair hikâyeler ortaya atılmıştır. Bir antropoloji araştırmasında kozmoloji, incelenen 60’tan fazla farklı kültürde bulunan ortak elementlerden biri olarak geçmiştir. Kozmoloji anlayışı sıklıkla din ile iç içe olmuş, kutsal sayılan dinî metinlerde yer almıştır. Bunun sonucu olarak kozmoloji ve kozmogoni topluluk ve hatta birey bağlamında farklı değerlendirmelere yol açmıştır. Farklı dinler arasındaki dinî farklılıklar, bu dinlerin ortaya attığı kozmoloji ve kozmogonilerde de görülebilir.
Mezopotamya kozmolojisi
Mezopotamya halklarının kozmolojik görüşleri çağdaş fiziksel kozmolojinin ilk örneklerinden biri, hatta bâzı bilim insanlarınca ilk örneği olarak kabul edilir; zîrâ bu kozmoloji anlayışında matematik ve deneysel gözlem önemli bir yer edinmiştir. Özellikle Babilliler, matematiksel hesaplamalar ve deneysel gözlemlerle gök cisimlerinin hareketleri konusunda büyük ilerleme katetmişlerdi ve evreni bu şekilde, dönemin ve daha sonraki dönemlerin daha ziyade dinî kozmoloji anlayışlarına oranla bugünkü standartlara göre daha fiziksel olarak ele almışlardır. Bununla birlikte bu medeniyetlerce geliştirilen kozmoloji teorik bir alt yapı barındırmış, bazı bilim insanlarının fiziksel kozmolojinin kökenini Antik Yunan olarak görmesine yol açmıştır.
Arap mitolojisinde
Dünya düzdür ve Kaf dağını da içeren ve mandal gibi yerlerini tutan bir dağ silsilesi ile çevrilmiştir. Dünya balığın (Bahamut) sırtında duran bir öküz tarafından ayakta tutulur. Bahamut evrensel bir okyanusta yüzmekte, okyanus bir kap içerisindedir ve kap bir meleğin veya cinin sırtında durmaktadır.
Sufi kozmolojisinde evren Allah’ı merkeze alan değişik tabakalarda sunulur. İlahi alemler (Alem-i Haahut, Alem-i Yahut, Alem-i Lahut), Yaratılmışların evreni ise Alem-i Ceberut, Alem-i melekut, Alem-i nasut’tan oluşur.
Hindu kozmolojisi
Hindu kozmolojisi, tarihte bilinen ilk evren modelini barındırır ve Hinduizm’in kutsal Vedik metinlerinden Rig-Veda’da açıklanmıştır. Buna göre evren, genişleme ve tamamen yıkıma uğrama arasında gidip gelir. Çok daha yoğun bir formdan (ki bu noktaya Bindu denir) genişlemiştir. Evren, canlı bir özdür ve sürekli olarak devam eden bir doğum, ölüm ve yeniden doğum döngüsü içerir.
Vedik metinlerin en eskileri olan Samhitalar oldukça basit bir kozmolojiye yer verir ve bu kozmoloji, genelde iki veya üç parçalı bir yapıya sahiptir: (ikili olduğu durumda) gök-arz veya (üçlü olduğu durumda) gök-atmosfer-arz. Bu noktada kozmogoni belirsizdir ve yaratımcılık fikri çok vurgulanmamıştır. Hatta Rig-Veda’da bulunan ve kozmogoniye ilişkin olan bazı ilahilerde evrenden önce hiçbir şeyin, tanrılar dahil, var olmadığı veya var olup olmadığının belirsizliğinden bahsedilir; tanrıların varoluşları ile evrenin var oluşu arasındaki ilişki genel olarak belirsizdir ve birkaç çeşitli kozmogoni Rig-Veda’da yer alır: 10. kitaptaki 90. ilahi gibi. Ayrıca Rig-Veda’daki kozmoloji ile ilgili şarkılarda rita, yani evrensel düzen kavramı bulunur. Bu metinlerden yaklaşık binyıl sonra yazılmış olan (yaklaşık olarak M.Ö. birinci binyıl) Upanişadlarda ise bu temel ve basit kozmoloji anlayışı gelişir ve özellikle felsefî olarak da derinleşir. Upanişadik “kozmik yumurta” temeli bundan sonraki dönemde Hindu kozmolojisinin temelini arz eder. Evrensel döngü vurgusu, bu kozmolojide büyük bir rol oynar ve sonuç olarak daha önceki metinlerde yer alan rita kavramından ziyade mokşa (yani reenkarnasyon döngüsünden kurtuluş) vurgulanır, önem kazanır. Bu kozmolojide bulunan Brahman ve Atman kavramları ve ritanın yanı sıra kişilerin bireysel hayatları bağlamında ele alınan dharma kavramı da kozmolojinin temel taşlarını oluşturur. Ayrıca Upanişadlardaki evren ayrımları da genişler; örneğin yedi parçalı evren anlayışı mevcuttur. Hinduizmdeki kozmoloji, Upanişadlardaki gelişiminden sonra da gelişmeye devam etmişse de bu gelişim Upanişadlardakindeki gibi Vedik temelleri terk etmez.
Hindu kozmolojisi, aynı zamanda bir kozmografi ve evren tarihi (kozmik tarihçe) de barındırır. Hindu evren Tarihi’nde evren, döngüsel kozmolojiyle uyumlu bir şekilde, altın çağla başlayan ve giderek kötüleşen, bayağılaşan dört çağdan geçer ve sonunda yok edilir ve tekrar yaratılarak aynı dört çağı yaşar; bu şekilde bir döngü içerisinde evrenin doğuşu, ölümü ve yeniden doğuşu devam eder. Hindu kozmografisi ise şaraptan denizler, farklı yerleri ayıran geometrik şekildeki sıradağlar gibi öğeler barındıran zengin bir kozmografidir.
Çin kozmolojisi
Çin kozmolojisi düzen vurgusu yapan ve âhenk içindeki bir evren modelini kullanan, evren anlayışını yin-yang, 64 hekzagram ve 5 element (Wu Xing: ateş, su, toprak, hava ve metal) üzerinde temellendiren bir kozmolojidir.[11] Çin kozmolojisinin ilk örnekleri M.Ö. birinci binyılda Shang Hanedanlığı sırasında ortaya çıkmıştır[12] ve oldukça sadedir. Evren, Cennet ve Dünya’ya ayrılmış, en Baş Tanrı tarafından denetlenirken, evrenin bütünü ile parçaları arasında tam bir âhenk ve ilişki bulunmaktadır. Evrendeki düzenin küçük ölçekte evrenin parçalarında ve insan hayatında bulunması fikri ve Cennet-Arz ikiciliği daha sonraki gelişimlerde iyice vurgulanır. Çin kozmolojisi, özellikle Zhou Hanedanlığı sırasında çok gelişir ve daha sonra kozmolojinin temellerinden olacak yin-yang ikiciliği gibi kavramlar bu dönemde kozmolojiye yerleşir. Yin-yang ikiciliği farklı formlarda evrenin her yanında ve bir bütün olarak evrende ortaya çıkan önemli bir özelliktir ve birbiriyle çelişen, birbirine zıt olan bir çiftten oluşan bu anlayış, zıtlıkların ve zıt olanların temelde birbiriyle yakından ilişkili olduğu ve birbirleriyle varolabildikleri anlayışına dayanır. Çin kozmolojisinin diğer temelleri olan 64 hekzagram ve beş element de yine bu dönemde Çin kozmolojisindeki yerlerini alırlar. Daha önceki dönemlerde kehanet için kullanılan 64 hekzagram, bu dönemde evrendeki değişiklik türleriyle ilişkilendirilerek kozmolojik bir anlam kazanmıştır. Son olarak beş element, evrenin doğası gereği evrendeki farklı şeylerin birbirlerine doğru değişimi, değişerek farklı şeyler olmalarını simgeleyen bir şekilde kozmolojideki kralla birlikte bu dönemde kozmolojideki yerini alır. “Cennet’in oğlu” olarak evrensel bir statü ve meşruiyet kazanan kral, aynı zamanda bu pâyesiyle Cennet ile Arz arasındaki köprü haline gelmiştir. Aynı zamanda kral, Dünya’daki işlerin evrenin işleyişi ve evrensel ahlâkî unsurlarla uyum içinde olmasından sorumlu olan kişidir. Daha sonraki Han Hanedanlığı döneminde bu kozmoloji anlayışı büyük oranda aynı kalmış, fakat bütünleştirilmiş ve sistematize edilmiştir. Bu açıdan da bu dönem önem taşır. Özellikle Budizmin Çin’e gelişi ve yayılışı ile olumsuz etkilenen Çin kozmolojisi, Song Hanedanlığı döneminde tekrar yükselişe geçse de daha sonraları tekrar gözden düşmüş, özellikle Batı’dan gelen yeni bilim ve çağdaş kozmoloji anlayışından olumsuz etkilenmiştir.
Çin kozmolojisi aynı zamanda zengin bir kozmografiye sahiptir. Büyük oranda geometrik vurgular barındıran bu kozmolojiye göre Dünya kare, Cennet (gök) ise kubbe şeklinde, yani daireseldir. İlk kozmolojide de bulunan bu kozmografi, daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Kare şeklindeki Dünya’nın tam ortasında Çin’in bulunduğuna, her köşede dağ ve krallıkların bulunduğuna inanılır. Zhou Hanedanlığı döneminde bu kozmografi anlayışı devam etmiş, bununla birlikte Dünya karesi dokuz parçaya ayrılarak açıklanmıştır. Dokuz sayısı bu dönemde kozmografide vurgulanmış, kozmografinin birçok parçası dokuza bölünmüştür.
Yunan kozmolojisi, Batlamyus ve Orta Çağ
Klâsik dönem Yunan filozoflarından Aristo ve Eflatun’un kozmolojileri Yunan kozmolojisi açısından önemli oldukları gibi fiziksel kozmoloji tarihi açısından da önemlidirler. Zîrâ bunlar, daha önceki kozmolojilerin geneline nispeten çağdaş fiziksel kozmolojiye daha yakındırlar. Platon, geometrik bir kozmoloji anlayışı ortaya atmış ve görünüş ile gerçek arasında farklı bağlamlarda da ortaya attığı görüşlerine kozmoloji içerisinde de yer vermiştir. Ona göre ‘görünürdeki’ evren düzensizken ‘görünmeyen, gerçek’ evren düzenliydi. Buna göre astronomlar, gök cisimlerine dairesel hareketler izafe ederek sadece görüntüyü kurtarmaya, korumaya çabalamaktaydırlar. Her ne kadar Platon’un kozmoloji anlayışı kendi felsefesi bağlamında uygun olsa da pek tutunamamıştır. Platon’un öğrencisi ve bir diğer önemli Yunan filozofu Aristo ise gök cisimlerini taşıyan ve dönen küreler olduğunu öne sürmüştür. Bu kozmoloji anlayışı genel Yunan kozmoloji anlayışı içinde Orta Çağ boyunca korunmuştur. Aristo, bu kürelerin hareketinin kürelerin doğasında olduğunu öne sürmüş ve buradan çeşitli metafiziksel bağıntılar kurmuştur. Orta Çağ’da Aristo’nun eserlerinin diğer klâsik Yunan filozoflarınınkilerle birlikte İslam felsefesi aracılığıyla tekrar Batı’ya dönmesi, Batı’da bu eserlere olan ilgiyi arttırsa da Aristo’nun evren anlayışının, özellikle de evrenin kadimliği fikrinin o dönemde Batı’da hâkim olan Hıristiyan anlayışla çelişmesi sonucu felsefî tartışmaların yanı sıra kozmolojik tartışmalara da yol açmıştır.
Yunan kozmolojisini sistematize edense Batlamyus olmuştur. M.S. ikinci yüzyılda yazmış olduğu başlıca eseri Almagest genel kabul görmüş, yüzyıllar boyunca kullanılmış, kendisinden önce yazılan çoğu eserin nüshaları artık kullanılmadıkları için üretilmemiştir. Batlamyus’un evren anlayışı sayısal ve hesap bazlı değil, daha ziyade geometriye vurgu yapan ve kürelerden oluşan bir kozmolojidir. Antroposentrik, yani insan merkezli olan ve Dünya’yı evrenin merkezinde gören bu kozmoloji anlayışı uzun bir süre kabul görmüştür.
Kopernik, Galileo ve Newton’un keşifleri
16. yüzyılda Leh bilim insanı Mikolaj Kopernik, heliosentrik, yani Güneş merkezli bir kuram ortaya atmıştır. Copernicus’un bu teorisi İtalyan astronom Galileo’nun yeni keşfedilen teleskop ile yaptığı gözlemlerce doğrulanmıştır. Bu gelişmeler, kozmoloji açısından büyük adımlar olduğu kadar genel olarak tarih ve düşünce tarihi açısından da önemli olmuşlardır. Daha önce ortaya atılan ‘düzenli’ evren anlayışı yerine oldukça ‘düzensiz’ ve ‘kusurlu’ gözüken bir evren anlayışına bırakmış, bu da özellikle dinî bağlamda çeşitli sorunlar yaratmıştır. Daha sonraları Danimarkalı bilim insanı Tycho Brahe’nin yaptığı çeşitli gözlemler sonucu Alman matematikçi ve astronom Kepler gök cisimlerinin mutlak ve mükemmel dairelerde değil, elips benzeri (yani eliptik) yörüngelere sahip olduğu ortaya koymuştur. Kepler, gezegenlerin hareketlerine dair ortaya koyduğu yasalarla bazen çağdaş astronomi biliminin babası olarak kabul edilir.
Bununla birlikte dönemin en önemli sorunlarından birisi olan ve gök cisimlerinin hareketlerinin (ve eliptik şekillerinin) sebebini konu alan sorun, Newton tarafından çözülmüştür. Newton yer çekimi kuvvetine dair çeşitli sonuçlara varmış, ayrıca matematiksel olarak bu çekim kuvvetinin nasıl gök cisimlerinin eliptik yörüngelerde hareket etmesini sağladığını kanıtlamıştır.
Kozmoloji ile ilgili birçok önemli kavram ve terim, bu dönemde büyük gelişme ve değişim göstermiş. Dünya merkezli kozmoloji anlayışı sebebiyle o zamana kadar Dünya’nın etrafında dönen gök cisimlerini tanımlayan gezegen terimi, Güneş merkezli kozmoloji anlayışının güç kazanmasıyla artık Güneş etrafında dönen gök cisimlerini tanımlamakta kullanılmaya başlanır. Bu anlayış dolayısıyla Dünya’nın da aslında bir gezegen olduğu sonucunu çıkartmıştır. Güneş Sistemi dışı gezegenlerin varlığı ise bu dönemin sonunda farklı yazarlar tarafından olası bulunsa ve dile getirilse de 20. yüzyıla kadar doğrulanamamıştır.
Çağdaş kozmoloji anlayışı ve gelişmeler
Çağdaş kozmoloji ile kastedilen büyük oranda fiziksel kozmolojidir. Matematik ve fizik bilimleri yardımıyla teorilerin ispatı yapılır ve astronomik keşiflerle desteklenir. Evrenin içinde yer alan bütün gök cisimleri, gök adalar, yıldızlar, kara delikler, gezegenler, uydular, bunların oluşumları, birbirleriyle olan ilişkilerinin kuramsal olarak incelenmesi bu bilim dalı içine girer.
Teknolojinin ilerlemesi ve farklı dallardaki bilimsel keşifler ve buluşlar, örneğin Einstein’in Görelilik Teorisi, son bir-iki yüzyıl içinde fiziksel kozmoloji anlayışının da büyük oranda gelişmesine yol açmıştır. Fiziksel kozmoloji dışında çeşitli ezoterik hareketlerin ortaya attığı ezoterik kozmolojiler de yine bu dönemde ortaya çıkmış ve gelişme kaydetmiştir.
Çağdaş fiziksel kozmoloji, teknolojik olanakların sağladığı gelişmiş gözlemlerle birçok keşfe konu olmuştur. Örneğin Harlow Shapley, gözlemleri sonucu Güneş Sistemi’nin de içinde bulunduğu Samanyolu Gök adası’nın düşünülenden (~10.000 ışık yılı) çok daha büyük bir çapa (~100.000 ışık yılı) sahip olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca yine Shapley, o zamana kadar yaygın bir görüş olan ve Güneş Sistemi’ni gök adanın merkezine yakın konumlandıran görüşün yanlış olduğunu ortaya çıkarmış ve Güneş Sistemi’nin gök adanın merkezinden oldukça uzakta olduğunu kanıtlamıştır.
Büyük Patlama ve kozmik mikrodalga arka plan radyasyonu
Edwin Hubble’ın gözlemleri, gök adalar hakkında daha fazla bilgi ortaya çıkarmış ve evrenin genişlediğini kanıtlamıştır. Hubble’nin keşfi, (evren genişledikçe) galaksilerin hızının uzaklıklarıyla birlikte artmasını keşfetmiş olmasına dayanıyordu. Georges Lemaître ise evrenin “kozmik yumurta”dan (nasıl) genişlediğini açıklayan teorik fikirler ortaya atmıştır. Bu teori evrenin kökenini açıklamak için bugün sıklıkla kullanılan büyük patlama teorisinin ilk ortaya çıkışıdır; “Büyük Patlama” ismi ise ilk kez İngiliz astrofizikçi Fred Hoyle tarafından kullanılmıştır ki kendisi, evrenin kökenine dair büyük patlamadan oldukça farklı (başlangıç noktası olmayan sonsuz) bir evren modeli içeren sabit durum kozmolojisi) savını savunduğu için bu tabiri biraz da alaycı bir ifade ortaya atmıştır. Hoyle, aynı zamanda yıldızların içinde meydana gelen nükleosentezi de tanımlamış olan kişidir. Daha sonraları, evrenin ve evrenle bağıntılı olarak zaman ve üç boyutlu uzayın büyük bir patlama sonucu ortaya çıktığını öngören Büyük Patlama Kuramı lehine, kozmik arka plan radyasyonun gözlenmesi ve kuasarların keşfi gibi çeşitli gözlemsel kanıtların bulunması sonucu bilim dünyası tarafından bu teori genel kabul görmüştür. Aynı zamanda bu keşifler sabit durum kozmolojisinin de büyük patlama karşısındaki çöküşünü hazırlamıştır. Bu kozmolojide evren, uzay ve zamanda değişim göstermiyordu. Nitekim isminin “Sabit Durum Kozmolojisi” (İng. İngilizce: steady state theory) olması da bu temele dayanmaktadır. Sabit Durum Kozmolojisi, özellikle 20. yüzyılda popülerleşmiş olsa da daha sonra belirtildiği gibi yeni keşifler sayesinde Büyük Patlama Kuramı karşısındaki konumunu kaybetmiş ve yerini ona bırakmıştır. Bununla birlikte son yıllarda yapılan çeşitli gözlemler ve elde edilen bulgular, Büyük Patlama Kuramı açısından çeşitli soru ve sorunlara yol açmış, bu soru ve sorunların hepsine 2007 yılı itibarıyla bir yanıt getirilememiştir ve meselelerin çoğunluğu hâlen yoğun tartışma konusudur. Nitekim fiziksel evren bilimi, birçok bilinmeyen alan ve sorun içeren bir daldır. Genel olarak kabul gören evren bilimi modelinin (İng. İngilizce: Lambda-Cold Dark Matter veya kısaca LCDM) sahip olduğu 18 parametrenin 17’si bağımsızken bunlardan sadece 13’ü gözlemsel bilgi ile uyum arz etmektedir.
Büyük Patlama Kuramı lehine kabul edilen en önemli gözlemsel kanıtlardan biri, 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson tarafından keşfedilmiş olan kozmik mikrodalga arka plan radyasyonudur. Aslında kozmik mikrodalga arka planı, çok daha önceleri, 1948’de George Gamow ve Ralph Alpher tarafından öngörülmüştür. Sıklıkla CMB (İng. İngilizce: cosmic microwave background radiation) olarak kısaltılan kozmik mikrodalga arka plan radyasyonu, tüm evreni dolduran bir elektromanyetik radyasyon formudur. Kozmik mikrodalga arka plan radyasyonu Büyük Patlama Kuramı için çok önemlidir. Zîrâ bu kuram, yapısı gereği bu tip bir fenomeni öngörmektedir. Bu sebeple kozmik mikrodalga arka plan radyasyonunun keşfi Büyük Patlama Kuramı lehine çok büyük bir adım oluşturmuştur. Bu radyasyonu incelemek için NASA tarafından yapılan Kozmik Arka Plan Kâşifi, İng. İngilizce: Cosmic Background Explorer veya COBE, bu alanda önemli başarılara imza atmış ve COBE projesinin baş araştırmacıları olan George Smoot ve John Mather, 2006 yılında başarılarından ötürü Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmışlardır. Kozmik mikrodalga arka plan radyasyonudaki küçük salınımların incelenmesi, evrenin doğası, yaşı ve yapısı hakkında önemli bilgiler sağlamaktadır. NASA tarafından 2001 yılında uzaya gönderilen Wilkinson Mikrodalga Anizotropi Sondası (İngilizce: Wilkinson Microwave Anisotropy Probe veya kısaca WMAP) tarafından sağlanan güncel bilgiler doğrultusunda Büyük Patlama’dan bugüne kadarki zaman olan evrenin yaşı yaklaşık olarak 13.7 milyar yıl ± 200 milyon yıldır. Farklı metotlar sonucu ulaşılan diğer yaş tahminleri ise 11 milyar ile 20 milyar arasında değişse de birçok tahmin, 13-15 milyar yıl aralığında bulunmaktadır.
Çeşitli gelişmeler, savlar, karanlık madde ve karanlık enerji
Bugün evrenin sadece %4’ünün yaydığı elektromanyetik radyasyon tarafından doğrudan gözlemlenebilir olduğu, %23’ününse karanlık maddeden, %73’ünün de karanlık enerjiden oluştuğu düşünülmektedir. Karanlık madde ve karanlık enerjinin doğası hâlâ tam olarak bilinmemektedir. Karanlık enerji tüm uzaya yayıldığı ve evrenin genişleme hızını arttırdığı düşünülen hipotetik bir enerji formudur. Karanlık madde ise gözlemlenebilmesini olanaklı kılacak kadar elektromanyetik radyasyon yaymayan veya yansıtmayan, fakat gözlemlenebilir cisimlerde oluşturduğu kütleçekimsel etkiler yüzünden varlığı savlanan ancak yapısı bilinmeyen maddedir. (Başka bir ifadeyle bugünkü teknolojiyle gözlemlenemeyecek kadar sönük olan toz, gezegez, yıldız ve galaksiler, karanlık madde değildir.)
20. yüzyılda ortaya atılmış bir kavram olan karanlık enerjinin ilk benzerleri, terimin ortaya atılmasından oldukça önce ortaya çıkmıştır. Dinamik evren yapısı kanıtlanmadan önce Einstein evren bilimi sabiti (kozmolojik sabit) fikrini yer çekimini karanlık enerji ile dengeleyecek biçimde statik bir evren modeline ulaşabilmek için önermiştir. Daha sonra dinamik evren modeli kanıtlanınca bu fikirlerden vazgeçmiştir. 1970’lerde Alan Guth, kavramsal açıdan karanlık enerjiye benzer olarak negatif bir basınç alanının evrenin erken devrelerinde kozmik şişmeyi sürdürebileceğini önermiştir. Karanlık enerji terimi ise 1998 yılında Michael Turner tarafından ortaya atılmıştır. Karanlık enerjiyi destekleyen ilk doğrudan kanıt, süpernova gözlemlerinden, Riess et al tarafından ortaya çıkarılmış, daha sonra Perlmutter et al tarafından doğrulanmıştır.
Karanlık madde olarak anılan fenomene ve varlığına dair ilk kanıt İsviçreli astrofizikçi Fritz Zwicky tarafından 1933’te tespit edilmiştir. Karanlık maddeye ilişkin kanıtların birçoğu gök adaların incelenmesi sonucu elde edilmiştir. Galaktik rotasyon eğrileri (gök ada dönüş eğrileri), eliptik gök adaların hız dağılımları, gök ada kümelerindeki kayıp madde gibi birçok konu, karanlık maddenin varlığını destekleyecek kanıtlar sunmuştur.
1997’de bâzı bilim insanları, evrenin olası farklı süreçlerini özetleyen dört süreçlik bir plan ortaya atmışlardır. Buna göre evren, yaklaşık olarak bir katrilyon ((1.000.000.000.000.000 = {\displaystyle 10^{15}})) yıl sonra yıldızların sönmüş ve sadece beyaz, kırmızı veya kahverengi cüceler ile nötron yıldızları şeklinde var olacağı bir sürece girecektir. Bu süreç sonrası büyük yıldızların kara deliklere dönüşmesiyle bir kara delik süreci (veya dönemi) başlayacaktır ki bu süreçte evrendeki cisimleri yutmuş olup zamanla kendileri de yok olacaklardır. İlgili araştırmaya göre bu sürecin şu âna oranla yaklaşık olarak yüz trilyon trilyon trilyon (1027) yıl sonra ortaya çıkması beklenmektedir. Son süreç ise evrende hiçbir maddenin bulunmadığı bir süreçtir ve Kara(nlık) Dönem olarak anılmıştır.
Dinî kozmoloji açısından İbrahimî dinlerin çeşitli mensupları, evrenin başlangıcı için Büyük Patlama Teorisi’nin dinî kozmoloji anlayışı ile çatışmadığına dair açıklamalarda bulunmuşlardır..