Sosyal Yapı
Uygurlarda diğer Türk devletlerinde olduğu gibi babadan oğula geçen hakanlık sistemi vardı. Öncelikle halkın kendisine “Uygur” adını vermesi etnik ve siyasi birliğin en önemli özelliğidir. Boy ve kabilelerin kendi aralarında sağladıkları birliktelik sonucunda Uygur diye tanımlayabileceğimiz “hakanlık” adı verilen kurum ortaya çıkmış ve herkesin boylar birlikteliğinin yerini ise “halk” kavramı almıştır.
740’lı yıllarında etno-politik federasyon içerisinde yer alan On Uygur Tokuz Oğuz boyları etnik açıdan birbirlerine son derece yakın kabilelerdi ve bu sebeple Uygur adını oldukça hızlı bir şekilde benimsediler ve birlik oluşturdular. Uygurlarda sosyal yapı karabudun (sıradan vatandaş) ve olmak üzere iki grup bulunmaktaydı. Karabudun, beylere tahıl ve ev temin ediyordu, ayrıca askerlik yapıyor, kılıç, mızrak, kalkan vb. savaş teçhizatı ve savaş atı hazırlıyordu. Savaş ganimetinin büyük kısmını beyler alırlardı. Beyler, Kagan nezdinde halkın yöneticisiydi. Hunlar ve Göktürklerde olduğu gibi Uygurlarda da askeri demokrasi sistemi var idiyse de, hakan kurultay tarafından seçilmezdi. Hakan, ölmeden önce veliahdını belirler ve bu yüzden Uygurlar da taht kavgaları pek olmazdı.
Aile (Oğuş)
Bir toplumda aile yapının temelini oluştururdu. Aile bağları ne kadar güçlüyse toplum o derecede güçlüdür. Türklerin dünyanın dört bir yanına dağılmalarına rağmen varlıklarını korumaları, aile yapısına verdikleri büyük ehemmiyetten kaynaklanır. Nitekim Türklerde aile bugün bile geçerliliğini koruyan bir öneme sahiptir.
Sosyal yapının temelini oluşturan aile; anne, baba, çocukla bir araya gelen bugünkü modern aileyi andıran küçük aile tipine benziyordu. Buna karşılık Eski Yunan, Roma, Slav aileleri büyük ailelerdi. Ailenin yöneticisinin, ailenin diğer fertleri üstünde sarsılmayacak bir otoritesi vardı ve onlara kendi mülküymüş gibi davranırdı. Bu ailelerde mülkiyet kolektifti. Türklerde ise bu durum farklıdır. Mülkiyet üzerindeki ortaklık sadece ortaklara aitti. Evlenen erkek veya kız evlat, babasının evinden kendi hissesine düşen payını alır ve yeni hayatına bu şekilde başlardı.
Uygurlarda asırlardan beri ataerkil aile düşüncesi egemendir. Baba kayıtsız şartsız aile reisidir. Aile içinde otoriteyi baba temsil eder; görev paylaşımı, ailenin toplum ile olan ilişkileri düzenleme ve alış-veriş, ticaret, iktisadi işletme ve varislik yetkisi tamamen babaya ait bir görevdir. Ancak, eğer aile reisi vefat ederse ya da belli nedenlerden dolayı dışarda kalarak uzun bir süre eve dönememişse, aile ile ilgili yukarda belirtilen işleri toplumun da onayı ve gözlemi altında, ailenin büyük oğlu (oğlu yoksa aile reisinin eşi) vekâleten yürütme görevini üstüne alırdı.
Ayrıca Türklerde var olan ana-baba-evlat ilişkisi devlet- millet ilişkisi ile bağlantılıdır. Devlet-millet ilişkisi ne kadar güçlü ise aile bireylerinin kendi içlerindeki bağı da o kadar kuvvetlidir.
Uygurlarda aile Türk kültüründeki var olan kadın-erkek eşitliği toplumun geneline hâkimdi. Kadın toplumda saygı görür ve erkekler gibi ata biner, ok atar, oyun oynar ve hatta güreş gibi ağır sporlar da yaparlardı.
Aile üyeleri: aile reisi olan çon dada (dede), çocukları(genellikle 3-4 çocuk), eşleri ve çocuklarından oluşur. Uygurlarda dede hayattayken evlatlar genellikle ayrı bir ev açmazlardı. Uygurlarda evlatlar içinde en büyük oğlanın statüsü en yüksektir. Uygur toplumunda ilk oğul/Tunçı oğul, babadan sonra gelen otoriterdir ve “İkinci baba” olarak ailede hürmet görür. Aile reisini temsilen tüm dış işler ve aile içi işlerden sorumludur. Ancak, gelir-gider, mal- mülk yönetimi, çocukların evlenmesi gibi aile için önemli sayılabilecek işlerde ise aile reisinin onayını alma zorundaydı.
Devletin gücünü yitirmesinde diğer sebepler yanında ailedeki değişimlere de bakmak gerekir. Çünkü aile tipinin değişmesi sosyal yapıyı bir zincirin halkaları gibi otomatikman etkiler.
Ekonomi
Bozkır Türk ekonomisinin temeli hayvancılığa dayanıyordu. 744’den önceki Uygurlar sulak ve otlak arazi bulma için dolaşırlardı. Hayvancılık ve avcılık ile geçiniyorlardı. Ziraat bilmiyorlar, yerleşik düzene geçmemişler ve şehir kurmamışlardı. Uygurlar genel olarak da at, sığır, deve, et, koyun beslerlerdi. Ayrıca beslenmelerinde at ve koyun eti ön planda olduğu için bu hayvanlardan çokça besleniyordu. Savaş zamanlarında ve ulaşımda ağırlıklı rol savaş atlarındaydı. Dolayısıyla birkaç milyon atın otlamasına elverişli meraların varlığı bilhassa dikkat çekmektedir. Ete verilen önem ve ihtiyaçtan dolayı Türkler konserve yapmayı öğrenmişler ve bu ürettiklerini ihraç bile ediyorlardı.
Yerleşik hayata geçtikten sonra Uygurların bir kısmı tarım, zanaat ve ticaretle uğraşmaya başladılar. İç talebin ve dış ticaret ihtiyaçları zanaatın da gelişmesine yol açtı. Uygur hakanları birkaç yüz bin kişilik ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için demire fazlaca ihtiyaç duymaya başladılar. Demircilikte maharetli olmalarından, kılıç vb. savaş gereçlerini ürettiklerinden dolayı o dönemin savaş sanayisi diyebileceğimiz bir üstünlüğe sahiptiler.
Bundan başka Hakanlığın batı kesimlerinde halı dokumacılığı, ipekçilik, ziynet eşyaları yapımı, pamuklu ve ipekli dokumacılık ilerlemişti. Üretilen bu mamuller diğer devletlere ihraç ediliyordu.
Uygurların iktisadi hayatında ticaret önemli bir yer tutmaktaydı. Uygur Kaganlığı ile T’ang Hanedanlığı arasındaki ticarette Uygurlar oldukça mahirdiler. Uygur tacirlerin Çin’in büyük şehirlerinde ticarethaneleri vardı ve bunlar özellikle ticaret ile uğraşıyorlardı. Hemen hemen tüm Çin şehirlerinde Uygur tacirlerin bulunduğunu söyleyebiliriz. Uygurlar Çin’e at veriyordu, karşılığında ise ipek ve çay alıyor, Uygurlar bu aldıklarını satarak çok büyük gelirler sağlıyorlardı.
Ticarette İpek Yolu önemliydi. İpek Yolu, Çin’den başlıyor, Türklerin fazlaca bulundukları İç Asya’dan geçip Akdeniz’ ulaşıyordu. İpek Yolu’na sahip olmak zamanın dünya ticaretine hâkim olacağından Türkler başta olmak üzere devletler buraya hâkim olmak için birbirleriyle mücadele etmişlerdir.
Şehir
Uygurlar deve ve ata dayalı basit bir ulaşım sistemi kurmuşlardı. Çok kalabalık gruplar halinde yola çıkıldığında atların, develerin, arabaların beraber kullanıldığı kervanlar kullanılırdı. 820 senesinde binlerce Uygur ve Çinlinin bulunduğu kafile Ch’ang-an’dan Uygur başkentine doğru yola çıkmıştı.
Her ne kadar şehirleşme olsa da, çadır önemli bir barınak yeri olarak varlığını devam ettirmiştir. “Zenginlerin iki veya daha fazla çadırı olurdu” şeklindeki kayıtlar bunu doğrulamaktadır. Bütün bunların içerisinde en önemli olanı ise; altın çadırdır. Bu yapı o kadar meşhur olmuştu ki Kaganların yabancı düşmanları burayı Uygur gücünün merkezi sayıyorlardı. Böylesine şahane bir çadırın varlığı, Uygur toplumunda yerleşik hayatın inceliklerindeki gelişme işaretlerinden sadece bir tanesidir.
Eserini IX. asrın ortalarında yazmış olan El-Cahiz’e göre: Uygurlar, Mani Dini’ni kabul ettikten sonra Karluklara yenilmeye başlamışlardı. Yeni kabul edilen bu dinin, Uygur Kaganları’nın savaşçı özelliklerini köreltmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Belki Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere iki farklı hayatın ortaya çıkması, devletin temelini sarsan bir başka sebepti. Devletin başkent dışındaki otoritesi zayıflamış, dolayısıyla boy reislerine fırsat doğmuştu. Lüks ve gevşek hayat, askeri mücadelelere karşı devlet adamların gücünü günden güne eritirken, iktidarı ele geçirmek için vezirler fırsat kollamaya başlamışlardı. Ordu geleneklere uygun olarak Kaganların emrindeyse de gevşeme sonucunda boy beyleri olan Tutuklar ön plana çıkıyorlardı. Onlar da Kaganlara sadakatle bağlı olmuyorlardı.
Hayat şartları birbirinden bağımsız olduğundan dolayı sadece Turfan Uygurlarında yerleşik kalıntılar bulunmuştur
Toplumsal Değişme
Uygurlarda toplumsal yapı hızlı bir değişim göstermiş, özellikle ekonomi de ve düşünce tarzında şehirleşmeye doğru atılımlar yapılmıştır. Henüz devletlerinin kuruluş aşamasında 744’te Çin kaynaklarında Uygurlar hakkında sulak ve otlakları bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar gibi kayıtlar vardır. Aslında daha sonraki dönemlerde de büyük kısmı göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At, sığır, koyun ve deve yetiştirmek ekonomilerinin temeli idi. Bundan dolayı en değerli hayvanlar koyun ve at olarak göze çarpmaktadır. Atların özellikle Çin’le yapılan ticarette ön plana çıktığı bilinmektedir.
An lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan seferde 4 bin kişilik Uygur ordusuna günlük 20 sığır, 200 koyun, 2900 kg. tahıl verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini göstermektedir. Zamanla Mani Dini’nin etkisiyle olmalıdır ki 980’de Turfan bölgesini ziyaret eden Çinli seyyah Wang Yeng-te fakir Uygurların et yediğini bildirmektedir.
Hayvancılığın yanında daha Manihaizm öncesinde dahi tarımın Uygurlar arasında var olduğunu biliyoruz. Daha sonra Maniheizm’in tesiri ile yaygınlaşmıştır. Mani din adamları soğan benzeri şeyleri yiyorlardı. 821 yılına gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygınlaşsa da otlakların önemi hala devam ediyordu. Karabalsagun yine büyük bir şehir olup ziraat yaygın bir şekilde yapılmakta idi. Arkeologların çalışmalarına göre değirmen taşları, harman tokmakları, kullanılıyor, hatta açılan kanallarla sulama yapılıyordu. Bazı Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına rastlanmıştır. Sulama ve ziraatta büyük ilerleme gösteren Uygurlar, Çinlilerin bilmediği değişik meyve bitkiler yetiştirmişlerdir.
Ziraatın gelişmesine paralel olarak şehircilik de gelişmiştir. Kagan’ın emri ile iki şehir inşa edilmiştir. Bunlardan biri Beşbalık olup Kagan’ın emri üzerine 757 yılında kuruluş çalışmalarına başlanmıştı. Diğeri ise Karabalsagun idi. İçinde Kagan’ın sarayı olan Karabalsagun’un etrafı, surlarla çevriliydi ve 12 büyük demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup çarşıları, esnafı mevcuttu. Bunun yanında şehre hâkim çok uzaklardan görülebilen altından bir çadır olduğu ve bunun sarayın düz damının üzerinde olduğu ayrıca yüz kişi sığdığı kaydedilmiştir. Büyük Uygur Kaganlığı devrinden başlayarak, Beşbalık, Koço gibi şehirlerin etrafında Uygur nüfusu birikti.
Beşbalık Uygurları döneminde şehir kültürü buralarda çok gelişti. Şehirleşmenin sonucunda ise ticaretin de etkisiyle Uygurlar, lüks eşyalara ihtiyaç duymaya başladılar. At- ipek ticareti hiç görülmediği kadar artmıştı. Uygurlar elde ettikleri ipeğin fazlasını ya başka ülkelere ihraç ediyorlar ya da para birimi olarak kullanıyorlardı.
T’ang Hanedanı’nı temelinden sarsan An lu-shan isyanı bertaraf edilince bazı Uygurlar Çin’de kalmışlardı. Onlar orada zenginleştiler ve bankerlik yapmaya başladılar. Zamanla bu durum öylesine gelişti ki, IX. asrın sonlarına doğru Çin’in hemen bütün maliyesini bunlar kontrol edecek hale gelmiştir.