1. Anasayfa
  2. Siyaset Bilimi

Rejimlerine Göre Siyasi Yönetimler Kaça Ayrılır?

Rejimlerine Göre Siyasi Yönetimler Kaça Ayrılır?
0

Rejimlerine Göre Siyasi Yönetimler

Binlerce yıldır insanlar topluluklar halinde yaşamaktadır ve bu birlikte yaşama siyaset adını verdiğimiz bir ilişki biçimini doğurmaktadır. Siyasetin varlığından bahsedebilmemiz için öncelikle bir topluluğun bulunması gerekmektedir. Birden fazla kişinin bir arada yaşadığı bir topluluğun varlığı, kendi içinde farklılığı da beraberinde getirmektedir. Çünkü insanlar, cinsiyet, yaş, fiziksel özellikler gibi biyolojik özellikler bakımından birbirinden farklıdır. Farklılıklar sadece biyolojik özelliklerle sınırlı olmayıp, coğrafi, mesleki, dini, etnik, gelir, statü, maddi çıkarlar ve benzeri bakımlardan da farklılıklar göstermektedir. Çıkarların farklılığı beraberinde çatışmayı doğurmaktadır çünkü herkesin çıkarını tatmin edecek kadar maddi ve manevi kaynak bulunmamaktadır. Kaynaklar ile burada kastedilen sadece maddi değerler değildir. Maddi değerlerin yanı sıra statü, itibar, temsiliyet gibi kimi zaman dolaylı olarak maddi sonuç da doğuran ama kimi zaman da hiçbir maddi getiriye veya kayba neden olmayan manevi kaynaklar da çok önemlidir. Örneğin, bir toplumda dinsel veya etnik özelliklerinden dolayı siyasal alanda temsil edilmiyor olmak veya toplum tarafından dışlanıyor olmak bu grup için önemli bir itibar ve statü eksikliğidir ve birçok durumda böyle bir eksiklik maddi kaynaklardan yararlanmayı da zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, her kişi veya ortak çıkarlara sahip grup, mevcut kaynaklardan belirli ölçülerde yararlanmak isteyecek ve bunun için diğerleri ile mücadele edecektir. Kimlerin ne kadar bu kaynaklardan yararlanacağına ilişkin bir tercihte bulunulması, diğer bir ifadeyle karar alınması gerekmektedir. Kaynakların dağıtımı her zaman eşit olmayacaktır, bazen bir grubun bazen de diğerlerinin çıkarlarının tatmini söz konusu olacaktır.

Karar alma süreci, bazen çatışmaya bazen de pazarlık ve sonunda oydaşmaya dayanabilir. Burada kritik alan, bu kararların alındığı alandır. Bu alan bir mekân değildir, içinde belirli mekânları da barındıran bir süreçtir. Bu süreç, siyasi partiler ve parlamento gibi çeşitli anayasal ve yasal siyasi kurumları, kuralları ve prosedürleri içerdiği gibi tek tek bireyleri ve çeşitli çıkar ve baskı gruplarını ve bunların faaliyetlerini de kapsayabilmektedir. İşte, siyasi rejim ile kastettiğimiz, toplumun yönetimine, yönetime dair kuralların oluşturulmasına ve kaynakların paylaşımına dair kararların alınma sürecine kimler ne ölçüde katılmaktadır sorusudur. Kimler, ne ölçüde, ne kadar süre ile iktidarı (siyasi erki) kullanacaktır, iktidar nasıl el değiştirecektir, iktidar ne gibi sınırlamalara tabidir ve benzeri sorulara verilen cevaplar bize incelediğimiz topluluğun rejim biçimi hakkında bilgi verecektir.

Literatürde siyasi rejimlerin sınıflandırılmasına dair çok sayıda örnek bulunmaktadır ve kısmen birbirinden farklılıklar gösterebilmektedir. Siyasi rejimlerin sınıflandırılmasına ilişkin klasik tasnifleri daha önceki bölümde görmüştük. Hatırlanacağı üzere, Aristo ile başlayan sınıflandırma geleneği Machiavelli ile devam etmiş, daha sonra Montesquieu, Tocqueville gibi isimler de daha gelişmiş ölçütlerle siyasi düzenleri sınıflandırmaya devam etmiştir. Bu sınıflandırma çabaları sonucunda Monarşi, Aristokrasi, Oligarşi, Tiranlık, Demokrasi, Teokrasi gibi çok sayıda rejim tipi ortaya çıkmıştır. Ancak, modern dönemlerde bu sınıflandırmaları pek kullanmıyoruz. Bunun çok sayıda nedeni var, ancak bunlardan iki tanesi oldukça belirgin. Bunlardan ilki, bazı kavramların binlerce yıl içinde önemli anlam değişikliklerine uğraması. Örneğin, Aristo’nun sınıflandırmasında yer alan Demokrasi rejimi, o dönemin Yunan sitelerinin birey, toplum, devlet, özgürlük anlayışları çerçevesinde tanımlanan bir demokrasi’dir. Örneğin, Yunan demokrasisi bugün anladığımız anlamda “devlet”e dayanmamaktadır; Yunan sitelerinde asıl olan “site”dir ve vatandaşlık hakkı ve görevi de sitede doğmuş olmak, erkek olmak, özgür olmak ile kazanılan bir hak ve görevdir. Yine, günümüz demokrasilerinin dayanmış olduğu temel unsurlardan olan “eşitlik” Yunan sitelerinde kölelerin, kadınların, sitede doğmamış olanların sahip olduğu bir özellik değildir. Bir başka farklılık, “özgür birey”, “özel alan” gibi günümüz dünyasında önem atfedilen birçok kavram, o dönemde ya değersizdir ya da farklı anlamlara gelmektedir. Bir başka örnek, “otorite” kavramı üzerinden verilebilir. Modern dünyada otoriter rejimler, “makbul olmayan” rejimler arasında yer almaktadır, oysa “otorite” kavramın kökenine baktığımızda “meşru olmak”, “köklü olmak, geçmişe dayanıyor olmak bu nedenle de makbul olmak” anlamına gelmektedir. Klasik sınıflandırmaları günümüzde pek kullanmıyor olmamızın ikinci bir nedeni, birçok rejim tipinin artık ortadan kalkmış olmasıdır. Zaman zaman günlük kullanımda tiranlık, oligarşik, otokratik gibi kavramlara başvuruyor olsak da, artık günümüzde ne tarihte görülen tiranlıklara ne de oligarşilere rastlayabiliyoruz. Elbette, eski Tiranların veya oligarkların yönetim anlayışına benzer tavırlar, tutumlar benimseyen, halklarını baskı altında tutan liderlere ve rejim biçimlerine rastlıyoruz ancak artık bunlara Tiranlık veya Oligarşi demiyoruz, çünkü tarihte görülen Tiranlık rejimlerinin oluştuğu koşullar yani birey, toplum, meşruiyet anlayışları, toplumsal örgütlenme biçimleri, üretim tarzları artık yok. Çünkü o günlerden bugüne dünya, özellikle de Batı uygarlığı Hristiyanlık, doğal haklar teorisi, Reform hareketi, Aydınlanma, Liberalizm, Sanayi Devrimi gibi toplumsal, iktisadi ve politik deneyimlerden geçmiştir. Yöneten-yönetilen ilişkisinde Tiranlık bir tavır, bir yönetme tarzı olarak varlığını sürdürmüş ama Tarihsel tiranın siyaset yapma koşulları değiştiğinden, farklı bir biçim almıştır. Bu nedenle, bu siyaset yapma biçimini, modern toplumun özellikleri içinde Faşizm, Otoriterizm, Pretoryenizm gibi isimlerle yeniden adlandırmaktayız.

Modern dönemler ile bir yönü ile tarihsel süreç içinde daha yakın bir zamana diğer yönü ile de belirli özelliklere örneğin sanayileşmiş, kentleşmiş, teknolojikleşmiş vb olmaya işaret etmekteyiz.  Modernite olarak adlandırdığımız süreç, esas itibariyle 17. Yüzyıl Aydınlanma hareketi ile başlamıştır. Kitabımızın Giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi, tarımsal toplumdan kapitalist topluma geçiş sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan sınıfsal değişim, kentleşme, okur-yazarlık oranında artış, ulaşım ve iletişim teknolojisinde gelişmeler, bilimsel alanda gelişmeler ve benzeri değişim süreçleri birkaç yüzyıl içinde farklı bir birey tipi ve toplumsal-siyasal örgütlenme biçimi ortaya çıkarmıştır. Geleneksel ve dinsel değerlerin yerlerini giderek “akıl”a bıraktığı, aklı ile kendi çıkarının farkında olan rasyonel bireyin ortaya çıktığı, nüfusun kentlerde yoğunlaştığı, ekonomik değer olarak toprak yerine kapitalin önem kazandığı, yöneten-yöneten ilişkisinin tek yönlü olmaktan çift yönlü hale geldiği bu yeni toplum tipine modern toplum tipi demekteyiz. Elbette modern toplumlar tüm geleneksel toplum özelliklerinden tamamen sıyrılmış değillerdir; geleneksel topluma özgü bazı özellikler varlığını bazen aynen bazen de değişerek varlığını korumaktadırlar. Burada modern toplum ile kastettiğimiz, yukarıda sayılan modern topluma özgü özelliklerin daha yaygın hale gelmesidir. Toplumsal, iktisadi ve siyasi ilişki biçimlerinin farklı biçimlere büründüğü bu modern toplumlarda siyasi rejim sınıflandırmaları da bu ilişki biçimlerini ve koşullarını yansıtacak biçimde yeniden adlandırılmaktadır. Örneğin, modern ulus-devletlere özgü bir rejim biçimi olan pretoryenizm yani ulusal orduların sivil siyaseti ele geçirdiği veya yönlendirdiği rejim biçimlerine tarihte rastlamamaktayız.

Yine, dolaylı demokrasiler Antik Yunan demokrasilerinden çok farklı bir demokrasi biçimidir. Modern dönemlerin toplumlarında görülen rejim biçimlerini çeşitli biçimlerde sınıflandırmak mümkündür. Ancak, özellikle 20. Yüzyıldan itibaren bu rejimleri üç temel başlık altında toplamaktayız: Bunlar demokrasi, otoriterizm ve totalitarizmdir. Bunlar da kendi içlerinde farklı alt kategorilere ayrılmaktadırlar. Örneğin, demokrasi her toplumda birebir aynı özelliklere sahip biçimde ortaya çıkmamakta, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, halk demokrasisi gibi alt başlıklara ayrılmaktadır. Bununla birlikte, tüm bu demokrasi türleri demokrasinin olmazsa olmaz koşullarını taşıdığından demokrasi başlığını hak etmektedir. Aynı şekilde, otoriterizm de otoritenin kim veya kimler tarafından kullanıldığına ve kullanılma biçimine göre farklı toplumlarda kimi kişisel diktatörlükler olarak, kimi askeri rejimler olarak, kimisi dini (teokratik) rejimler olarak ortaya çıkmaktadır.

Totalitarizm de 20. Yüzyılın ilk yarısında Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz’de kısa süreli faşist rejimler olarak hem de SSCB’de 40 yıldan uzun bir süre, özellikle de Stalin döneminde komünizm olarak tezahür etmiştir. Bazı yazarlar, bu üçlü sınıflandırmayı geniş bularak ikili “Demokratik Rejimler” ve “Demokratik Olmayan Rejimler” olarak ikili bir sınıflandırmayı tercih etmektedirler. 

Bu Yazıya Tepkiniz Ne Oldu?
  • 0
    be_endim
    Beğendim
  • 0
    alk_l_yorum
    Alkışlıyorum
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    d_nceliyim
    Düşünceliyim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
  • 0
    _z_ld_m
    Üzüldüm
  • 0
    _ok_k_zd_m
    Çok Kızdım
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir