Otuz Yıl Savaşı (1618–1648)
Otuz Yıl Savaşı, 17. yüzyılın ilk yarısında Avrupa’nın belli başlı bütün siyasî figürlerini ihtiva eden geniş çaplı bir savaştı. Savaş ilk patlak verdiğinde batıdaki devletlerin hepsi birden silaha sarılmamıştı; ama Otuz Yıl Savaşı’nın ilerleyen safhalarında çarpışmalara katılanların sayısı birer ikişer arttı. Savaşın ana ekseni Kutsal Roma İmparatorluğu’ydu. İspanyol ve Felemenkler arasındaki gibi uzun ömürlü çekişmeler veya Fransız ve İspanyollar arasında olduğu türden ezelî düşmanlıkların hepsi, 1618’de başlayan savaşın içine sızıp kendini ifade etmenin bir yolunu buldu.
Kutsal Roma İmparatorluğu’na bakıldığında 1555’te kâğıda dökülen Augsburg antlaşmasının çoktan miadını doldurmuş olduğunu görmek kolaydı. Bir kere, antlaşma maddelerinde yer almayan, resmen tanınmamış bir inanç, Kalvinizm, imparatorluk sathında hızla yayılıyordu. Kilise mülklerinin kime ait olduğuna dair tartışmalar bitmeyecek gibiydi. Bu arada Habsburg hükümdarları her zamankinden daha fazla Katolik inancının savunuculuğuna soyunmuşlardı. Bunların hepsinin bir arada oluşturduğu ağırlık imparatorluk kurumlarının taşıyabileceğinden fazlaydı. Nihayet imparatorluk sarayı mülkiyet davalarını dinlemeyeceğini duyurdu ve 1608’de imparatorluk meclisi hükümsüz kaldı. Arabulucu kurumların çöküşü Katolik ve Protestan ittifakların doğuşunu hızlandırdı. Birkaç defa savaşın eşiğine gelinmişti; ama bardağı taşıran son damla, Habsburg’lu Ferdinand’ın Katolikliği yerleştirmek için Protestan azınlıklarla dolu bir memleket olan Bohemya’ya yaptığı müdahale oldu. Bohemya asilzadeleri Ferdinand’ı devirip yerine Elektör Palatin V. Friedrich’i kral ilan ettiler (1619). Bu taht değişikliği başarıya ulaşsaydı, Bohemya kralının da mensubu olduğu imparatorluk seçim heyetindeki Protestan oyların sayısı Katolik oylarını geçmiş olacaktı. Ne var ki, neredeyse aynı anda Ferdinand imparator seçildi ve Bavyera dükü I. Maximilian komutasındaki Katolik İttifak ordusu ve İspanyol kuvvetleri elbirliğiyle Prag yakınlarında Beyaz Dağ muharebesinde isyancıları ezdiler (1620). İsyanın önderlerinden sürgüne gönderilmeyenler öldürüldü ve toprakları Ferdinand’ın ünlü generali Wallenstein gibi Katoliklikleriyle öne çıkan kişilere dağıtıldı. 1627’de Bohemya’da daha mutlakiyetçi bir yönetime geçildi. Friedrich Birleşik Eyaletlere kaçtı ve Palatinlik, elektörlük hakkıyla birlikte Maximilian’a bağışlandı.
İspanya’nın savaşa girme sebebi dinî olmaktan ziyade stratejikti. İmparatorluğun ortasında meydana gelen bir çatışma, İspanyol Yolu ismiyle nam salmış, askerî birlikleri İtalya’dan Alçak Ülkeler’e ulaştıran güzergâhın kesilmesine yol açabilirdi. Kaldı ki, İspanya’nın Avusturyalı müttefikine uzattığı yardım eli, bu devirde her hanedanın peşinden koştuğu itibar ve saygınlığı sağlamanın en şık yollarından biriydi.
Habsburgların göz göre göre güç kazanması herkesin hoşuna gitmedi. İngilizler, İngiliz prensesi Elizabeth ve sürgündeki kocası Friedrich (tahtta sadece bir kış dayanabildiği için Bohemya’nın Kış Kralı diye biliniyordu) lehine araya girmeye çalışsalar da, çabaları çok sınırlı kaldı. Fransızlar, başlangıçta el altından malî ve diplomatik bir savaş vermekle yetiniyorlardı; fakat 1628–31’de Kuzey İtalya’da İspanyollara saldırdılar. 1625’te sahneye çıkan Danimarka, sınır komşusu Alman piskoposluklarına yönelik emellere sahipti. Ertesi sene bölgeye gelen Katolik İttifak komutanı Tilly, bu hayalleri suya düşürdü. Kuzey Almanya’da geniş araziler istila eden imparatorluk generali Wallenstein, Mecklenburg düklüğünü kendine ayırdı. Wallenstein ve İspanyol başvekili Olivares, İsveç güçleriyle yüzleşmek için bir Baltık filosu kurmayı denediler. İmparator, 1627’de öylesine güçlenmişti ki, Protestanların 1552’den beri el koyduğu kilise arazilerinin hepsinin Katolik kilisesine iade edilmesini buyurdu.
İsveç krallığı, 1620 başından beri Lehistan’la mücadele ediyordu. 1628’de kısa bir süreliğine Alman arazisine giren İsveç birlikleri Stralsund’u aldılar. 1630’daki İsveç istilası, Danimarka’nın bertaraf olduğu bir ortamda, aslında Lehistan’la yürüttüğü savaşın bir parçasıydı. Zaten Leh kralı imparatorun safında olduğundan İsveç’in askerî hamleleri Katolik ittifaka indirilen darbeler halini alıyordu. İsveç’in savaşçı kralı Gustavus Adolphus’un sahneye çıkışı, savaşın seyrini Habsburglar aleyhine döndürdü. Yeri geldiğinde baskı kullanmaktan çekinmeyen İsveç kralı, yaptığı propagandayla Alman Protestan prenslerini sancağı altında topladı; Rusya ve Fransa’dan maddî yardım aldı ve çoğunluğu yabancı paralı askerlerden oluşan ordusunu dost düşman ayırmaksızın saldığı salmalarla besledi. 1631’de kazandığı Breitenfeld zaferi, Bavyera’ya kadar Alman topraklarını işgal etmesini sağladı. Gustavus Adolphus, ertesi sene Lützen’de ölse de, İsveçliler Almanya’daki kazanımlarını elde tutmayı becerdiler. Ne var ki, 1634’te Nördlingen’de uğradıkları hezimet İsveç gücünü epeyce zayıflattı. II. Ferdinand, Protestan ve Katolik prenslerin sadakatini kazandığı Prag Barışı’nda (1635), 1627’de yayımlanan imparatorluk fermanını geçersiz sayıp Protestanlara eski haklarını iade etti.
1631 Breitenfeld muharebesinde İsveç kralı Gustavus Adolphus
Fransa, ne İsveç’in ne Habsburgların fazlaca güçlenmesini istemiyordu. 1635’te ülkesini savaşa sokan Kardinal Richelieu, Katolik bir kraliyet olmasına karşın devletinin menfaatleri doğrultusunda Habsburglara karşı Protestanlarla işbirliği yapmaya razı olduğunu söylemekten hiçbir zaman çekinmedi. On iki sene daha bir o yana bir bu yana gidip gelen savaş, Almanya’da büyük yıkıma sebep olup beş milyondan fazla insanın, başka bir deyişle, toplam nüfusun üçte birinin ölümüne yol açtı. İspanya, 1640’ta Portekiz ve Katalonya’daki isyanlar ve 1643’te bir Fransız ordusu karşısında Rocroi’da alınan yenilgiyle zayıfladı. Otuz Yıl Savaşı’na katılan devletler, son ana değin en ufak bir toprak parçasını bile ellerinde tutmak için uğraştılar. Münster ve Osnabrück’te bir yandan barış müzakereleri yapılırken çatışmalar devam ediyordu.
16. yüzyılın ilk yarısında Fransız tüfekçileri
Savaşın başında havaya hâkim olan dinî mülahazalar kısa sürede siyasî meşruiyet söylemleriyle birleşmişti. Bir taraf, Katolik Roma’da kirli oyunlar oynandığını iddia ederken diğer taraf Protestan Cenevre’de kurulan tezgâhlardan dem vuruyordu. Orta yolu bulmaya çalışan bir azınlık olsa da, savaşın başından sonuna sert bir dille yazılmış, müsamahasız bir dinî propaganda hüküm sürdü. Stratejik kaygılar zamanla belirgin hale gelmiş olmasına rağmen dinî bölünmüşlük son sözü söyledi. 1648’de varılan Westphalia antlaşması (Din Barışı), ibadette ve imparatorluk kurumlarının kullanımında üç inanca (Katoliklik, Luthercilik, Kalvinizm) tam eşitlik sağladı. Bundan böyle bir hükümdarın din değiştirmesi durumunda tebaasının onu izlemesine gerek yoktu. İmparator III. Ferdinand, şahsına doğrudan bağlı Avusturya ve Bohemya dışında hiçbir yerin dinî meselelerine karışmayacaktı. İsviçre ve Felemenk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı teyit edildi. Alman prensleri toprakları üzerinde daha geniş haklara sahip oldular. Westphalia’ya ruhunu veren Fransız başvekili Kardinal Mazarin, Alsace’taki Habsburg bölgesinin Fransızlara geçmesini sağladı.
1648’den sonra Fransa-İspanya mücadelesi çeşitli vesilelerle devam etti. “Güneş Kral” XIV.Louis riyasetinde parlayan Fransız krallığı Avrupa’nın egemen gücü haline yükseldi. İsveç krallığı da Baltık bölgesinin en önemli devleti haline geldi. Westphalia’da görülen kongre diplomasisi, Avrupa devletleri açısından zamanla norm haline Avrupa, bir Hıristiyan birliği olmaktan ziyade uluslararası hukukun arabuluculuk ettiği bir devletler birliği olarak görülmeye başlandı.