Türk Milliyetçiliğinin Yükselişi
Osmanlıcılıktan Türk milliyetçiliğine ibre aslen Balkan Savaşları sırasında dönmüştür. Türk milliyetçiliği, aslında kökleri II. Abdülhamit dönemine uzanan ve daha çok kültürel bir hareket olarak başlamış bir ideolojidir. Başlarda Batılı Türkologların çalışmalarının Osmanlı
içindeki kimi entelektüelleri etkilediği ifade edilebilir. Süleyman Paşa ve Ahmet Vefik Paşa gibi isimler, Türklerin tarihine ve diline dair yapılan çalışmalar bağlamında öncü sayılabilir. Bu ilk kuşak için milliyetçilik gibi bir siyasi projeden ziyade “milletin tarihi ve kültürel köklerini” keşif çabası söz konusudur. 20. yüzyılın başlarından itibaren artık milliyetçiliğe siyasi bir proje olarak sarılan yazarlar ortaya çıkar. Genç Kalemler gibi mecralar, Türk dili üzerinden Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde pay sahibidir. Bu dönemde Türkçenin sadeleşmesi tartışmaları ile Türk kimliği üzerine geliştirilen fikirler çakışır.
Rusya menşeli Tatar ve Azerilerin Türk milliyetçiliği fikirlerinin Osmanlı’da yayılmasında büyük etkisi olmuştur. 19. yüzyılda Rusya’da ekonomik güç kazanan Müslüman burjuvazinin çocukları olan bu isimler, küçük yaşlardan itibaren Slavlarla farklılıklarını keşfetmişler ve ilerleyen yıllarda Rusya’da yaşanan gelişmelerin de etkisiyle Türk milliyetçisi olmuşlardır. Hüseyinzade Ali Bey ve Ahmet Ağaoğlu gibi isimler Osmanlı topraklarına geldiklerinde Türk milliyetçiliği fikirlerini de beraberinde getirmişlerdir. Türkçülüğü siyasi bir proje olarak sunan ilk isimlerden biri olan Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset isimli yapıtı, 1910’dan sonra Jön Türkleri daha derinden etkileyecektir. Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset’te Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerini uygulanabilirlik açısından birbirleriyle karşılaştırmıştır. Mevcut hâli ile Osmanlıcılığın “kurtuluş reçetesi” olmaktan uzaklaştığını ileri süren Akçura, Osmanlı milleti meydana getirmekle uğraşmanın nafile bir çaba olduğunu yazar. Akçura’ya göre Osmanlı ulusunun önündeki en önemli engel dini ve etnik grupların entegrasyona gönüllü olmamasıdır. Akçura, İslamcılığı da siyasal birlik tesis etme yönünde yetersiz görmüştür. Çünkü Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki eşitliğin kaldırılmasının gerekmesi, Türkler arasında dahi dini konularda ihtilafların çıkma olasılığı belirgindir. Bu durumda geriye Türkçülük kalmaktadır. Akçura’nın ifade ettiği şekliyle Tehvid-i Etrak ya da Türk milliyeti siyasiyesi olarak adlandırılan proje Türklere ve Türkleşmiş topluluklara Türklük bilincinin aşılanması yoluyla oluşturulacak bir siyasi birliğe referans vermektedir. Ayrıca Akçura ırk sözcüğünü eski Türkçede budun ya da uruk sözcüklerine karşılık gelecek şekilde kullanmıştır. Gökalp’ten ve Ağaoğlu’ndan farklı olarak milliyetçiliğin İslami açıdan meşrulaştırılması çabasına girmeyen Akçura, İslam’ın milliyetçiliği kabul etmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Jön Türkler başlarda devletin kompozisyonu gereği Osmanlıcı görüşleri dile getirmiştir. Ancak Türk milliyetçiliğinin Osmanlıcılık savunusu yapıldığı dönemde dahi Jön Türk kadroları üzerinde kısmi bir etkisi vardır. İttihatçılar, Trablusgarp ve Balkan Savaşları esnasında daha net ve açıktan Türk milliyetçiliğini savunmaya başlamıştır. 1911’de faaliyete geçen Türk Ocağı, Türk milliyetçilerinin adeta buluşma yeri hâline gelmiştir. Türk Ocağı’nın yayın organı olan Türk Yurdu dergisinde Türk milliyetçiliği farklı yönleri ile tartışılmış ve okuryazar Müslüman-Türk orta sınıfı etkilemiştir. Baştan itibaren içinde halkçı öğeler olan Türk milliyetçiliği, Türklüğün menşei olarak Anadolu köylerini işaret eden ve esas “cevherin” köyde olduğunu iddia eden bir politik damarı da içermiştir. Halka Doğru dergisi etrafında vücuda gelen bu görüşler Cumhuriyet Türkiye’sine de intikal edecektir.
Türk milliyetçiliğinden beslenen Türkleştirme politikaları İttihat ve Terakki’den erken cumhuriyete iki çizgi üzerinden ilerlemiştir. Bunlardan ilki İslam dinine mensup olan fakat Türk olmayan gruplara yönelen politikalardır. Bu çerçevede Müslüman olan gayri Türk
unsurlar Türkleştirilebilir görülmüştür, zorunlu Türkçe öğretimi dâhil olmak üzere çeşitli politikalara tabi tutulmuşlardır. Müslüman ve Türk olmayan gruplara uygulanan politikalar ise asimilasyonist politikaların ötesine geçerek şiddete dayalı tedbirleri içinde barındırmıştır.