Milli Mücadele Döneminin Karakteristiği
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarının işgal edilmesi üzerine Mustafa Kemal önderliğinde Milli Mücadele başlatılmıştır. Milli Mücadele iki temel ilke üzerinden yürütülmüştür. Bu ilkelerden biri “ya istiklâl ya ölüm” başlığı altında sloganlaştırılan “istiklal- i tam” diğeri ise “bilakayd ü şart hakimiyet-i milliye”dir. Bu çerçevede “istiklal-i tam” prensibi uyarınca Misak-ı Milli’nin kabulünün çok önemli bir yer tuttuğunu ifade etmek gerekir. İkinci prensip dahilinde ise 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edilmiştir. 1921 Anayasasının ilk maddesi “hakimiyet bilakayd ü şart milletindir. İdare şekli halkın kendi kaderini tayin hakkına dayanır” Milli Mücadele’ye yön veren kadronun eğilimini göstermektedir.
Milli Mücadele boyunca Mustafa Kemal dini sembolleri kullanmaktan çekinmemiştir. Döneme hakim olan söylemde Türklük doğrudan vurgulanan bir kavram değildir. Hem Amasya Tamimi’nde hem de kongrelerde ulusal topluluk, Osmanlı ve Müslüman olma üzerinden tanımlanmıştır. Türk millyetçiliği söylemini merkeze koymayan bu seslenme biçimi çok temelde Milli Mücadele döneminin karakteristliklerinden kaynaklanmıştır. Muhafazakâr ve İslamcı gruplarla bağımsızlık için ittifak kurulması gerekliliği ya da Türk olmayan Müslümanları da mücadeleye eklemleme mecburiyeti bu tercihte etkilidir. Bilhassa Mustafa Kemal Paşa’nın Kürt aşiretlerine gönderdiği telgraflarda dini motiflerin baskın oluşu dikkatlerden kaçmaz. Mustafa Kemal’in o dönemde Milli Mücadele’yi ve sınırları anlatırken sarf ettiği sözler bu çerçevede okunmalıdır:
“Efendiler, bu hudut sırf askeri mülahazat ile çizilmiş bir hudut değildir, hudud-u millidir… Fakat bu hudut dahilinde tasavvur edilmesin ki anasır-ı İslamiye’den yalnız bir cins millet vardır. Bu hudut dahilinde Türk vardır, Çerkes vardır ve anasır-ı saire-i İslamiye vardır. İşte bu hudut memzuç bir hâlde yaşayan, bütün maksatlarını bütün manasıyla tevhid etmiş olan kardeş milletlerin hudud-u millisidir.”
Milli Mücadele’ye damgasını vuran bu çoğulcu bakışın Bağımsızlık Savaşı sonrasında değiştiği görülecektir. Cumhuriyet kurulur kurulmaz seçkinlerin yeni devleti “ulus-devlet” olarak yükseltme amacına sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Devletin adının konması tartışmalarında ulus-devlet olma hedefinin adlandırma sürecini nasıl etkilediğini gözlemleyebiliriz. Anadolucular yeni devlete Anadolu Cumhuriyeti, İslamcılar ise İslam Cumhuriyeti denmesini önermiştir. Yeni rejimin tercihi ise Türkiye Cumhuriyetinden yana olmuştur. İslami olmayan, etnik imalar barındıran bir ismin seçilmesi yeni rejimin sonraki yıllarda izleyeceği siyasetin ipuçlarını sunmaktadır.