Erken Cumhuriyette Muhalefetin Tasfiyesi
Bağımsızlık Savaşı sonrasında Türkiye’nin yeni iktidar sahipleri, rejimi yerleştirmek ve kendi siyasi güçlerini konsolide etmek için hem yasal düzlemde hem de politik ilişkiler bağlamında bir dizi adım atmıştır. Bu adımların bir kısmı Savaşın neticesinin artık belli olduğu dönemlere kadar geriye götürülebilir. İkinci Meclis’in Birinci Meclis’ten farklı kompozisyonu ve Halk Fırkası’nın Müdafaa-i Hukuk teşkilatlarını devralarak resmen kuruluşu bu yöndeki ilk hamlelerdir.
Mustafa Kemal Atatürk, yukarıda değindiğimiz üzere, Bağımsızlık Savaşı sırasında kitleleri mobilize edebilmek için dini söylemi kullanmaktan çekinmemiştir. İslam’ın hâlâ en önemli tutkal işlevi gördüğü savaş yıllarında bağımsızlık hareketinin hedefleri arasında hilafetin ve saltanatın kurtarılmasının yer aldığı söylenmiştir. Savaş bittiğinde Saltanat hızla kaldırılmış ancak “hilafet kurumu” bir süre yerinde kalmıştır. Ancak son halife Abdülmecit Efendinin yetki ve sorumlukları, hatta Meclisle ilişkisi net bir biçimde yasal zeminde tanımlanmamıştır. Etkisi kısmi olan bir pozisyon gibi yeniden tasarlanmak istense de hilafet birçok kişi için varlığı ve nüfuzu tartışılmaz bir kurumdur. Halife sıfatını üzerinde taşıyan bir kişinin bağımsız bir güç olarak varlığı ise Mustafa Kemal ve laik seçkinler için potansiyel bir rakip demektir. Üstüne üstlük Mustafa Kemal, büyük ölçüde anti-klerikal bir noktadan laiklik düzenlemelerine başlamaya kararlıdır. 29 Ekim 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra hilafetin de kaldırılması fikri gündeme gelmiştir. Gerçekten de 3 Mart 1924’te hilafet kaldırılmıştır. Aynı dönemde Osmanlı hanedanı mensuplarının da ülkeyi terk etmesi istenmiştir.
İttihatçıların pozitivist bakış açısını miras alan Mustafa Kemal radikal bir reform sürecini başlatmak istemiştir. Ancak Bağımsızlık Savaşı’nı beraber yürüttüğü kadro içerisinde daha “ılımlı” ve yavaş adımlar atmak gerektiğini düşünen isimler mevcuttur. Cumhuriyetin ilanının oldu bittiye getirilmiş olduğunu düşünen, hilafetin kaldırılması yerine sembolik olarak devamını öneren kadrolar gevşek bir biçimde birbiriyle iletişime geçmiştir. Zamanla Halk Fırkası içinde liberal veya muhafazakâr eğilimleri daha belirgin olan ılımlılar üzerindeki siyasi baskı artmıştır. Neticede Hüseyin Rauf Bey ve çevresindekiler 1924 yılının Kasım ayında Halk Fırkası’ndan ayrılmıştır. Ayrılan ekibin siyasi mücadeleyi nasıl devam ettireceği merakla beklenirken yen bir siyasi parti kurma fikri ağırlık kazanmıştır; kurulacak parti Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Partinin bu adla kurulmasını takip eden süreçte Halk Fırkası da adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirmiştir.
Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası arasında benzerlikler kadar farklılıkların da bulunduğunu belirtmek gerekir. İki siyasi oluşumu ortaklaştıran aslında Türk milliyetçiliğine genel hatlarıyla bağlı olmalarıdır. Cumhuriyet Halk Fırkası merkeziyetçi ve katı laiklik prensibine bağlı bir oluşumken, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası daha adem-i merkeziyetçi ve evrimci bir siyaset anlayışına sahiptir. Dini konularda ise Cumhuriyet Halk Fırkası’na nazaran mütedeyyin tabana çok daha yakındır. Ekonomi bahsinde de iki parti arasındaki anlayış farklarının izleri görülmüştür. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın devletçi bir çizgiyi takip edeceğine dair sinyaller varken Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası daha liberal bir ekonomiden yanadır.
Cumhuriyet Halk Fırkası, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasından sonra parti içi disiplini katılaştırmış ancak İsmet İnönü yerine Ali Fethi Bey’i başa getirerek dengeli bir politika izleme gereği de duymuştur. Yine de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi rakip bir oluşuma uzun süre cevaz verecek bir siyasi iklim yoktur. Gerçekten de Şeyh Sait isyanı sonrasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hükûmet tarafından kapatılmıştır. Kapatılma gerekçesi, partinin isyanı desteklemiş ve politik çıkar için dini kullanmış olduğu iddiasıdır.
Şeyh Sait ve akabinde 1926’da Ağrı’daki Kürt isyanı sonrasında Cumhuriyet Halk Fırkası’nın çok daha sert bir politik çizgiye çekildiğini ifade edebiliriz. İstiklâl Mahkemelerinin yargılamaları ve Takrir-i Sükun yasası bu sertleşmenin en net örneklerindendir. Hem İstiklâl Mahkemeleri hem de Takrir-i Sükun Kanunu sadece Kürtleri değil tüm muhalifleri baskı altında tutmak için kullanılmıştır. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın izlediği siyasete mesafeli duran basın ve yayın organları Takrir-i Sükun kanunu çerçevesinde kapatılmıştır. Çok sayıda gazeteci ise yargılanmak üzere İstiklâl Mahkemelerine gönderilmiştir.
Siyasal muhalefetin tümden tasfiyesi ise İzmir suikastı girişimi (1926) sonrasında gerçekleşmiştir. Bu olaydan sonra meclisteki eski Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının tümü tutuklanmıştır. Ali Fuat, Kazım Karabekir ve Refet Bele gibi isimler her ne kadar sonrasında serbest bırakılsa da siyasi manevra alanları büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. 1926’da Başkent Ankara’da eski ve etkin İttihatçılara yönelik bir başka dava açılmıştır ve aralarından bazıları idam edilmiştir.
Kemalist reformların modernist-milliyetçi amaçlar için kurgulanmış ve otoriter bir siyasetle uygulanmış politik hamleler olduğunu ileri sürmek mümkündür. Batı gibi olma arzusu, “muasır medeniyet seviyesine” ulaşma ideali, Kemalist reformların itici gücünü oluşturmuştur. Bir yanıyla Kemalist reformlar, Tanzimat’tan bu yana devam eden modernleşme hamlelerinin radikal bir sıçramasıdır; diğer yandan gündelik hayata doğrudan nüfuz edip onu tümden değiştirmeyi hedeflediği için de daha önceki ıslahat hamlelerinden farklıdır.
Kemalist reformlar, modernizmin biçimsel yönlerini öne çıkaran perspektife uygun olarak kılık kıyafetten saat ve takvim değişikliğine uzanan bir dizi değişikliği kapsamıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile Harf İnkılabı reformlar arasında sekülerist kimliği ile en çok dikkat çekenlerdir. Osmanlı geçmişi ile bağı tümden koparmak ve yeni bir toplum tasarlamak Kemalist reformların ulaşmak istediği ana hedeftir. Medeni Kanun ve Ceza Yasasındaki değişiklikleri de bunlara eklemek gerekir. İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan kanun ile kadın erkek ilişkilerinin de “seküler” bir zemine oturtulması sağlanmıştır. Neticede milliyetçi motifleri öne çıkaran, yeni rejime itaati bir zorunluluk olarak tesis eden reform dalgası, kendi varlığını cumhuriyete armağan etmeye hazır yurttaşlar yaratmak istemiştir. Merkezden planlanan bu denli büyük bir dönüştürme operasyonunun toplumsal tabanda muhalefetle karşılaşmaması neredeyse imkânsızdır. Yeni rejim tabandaki muhalefeti sönümlendirmek için bir yandan ideolojik endoktrinasyona diğer yandan da baskıcı yöntemlere eşanlı olarak başvurmuştur.