Geçmişi ve Dili Ulus-Devlete Uyarlamak
Kemalist reformların solidarist-korporatist düşünceden aldığı ilham, modernist ve seküler çizgisi ulusun inşa sürecini de doğrudan doğruya belirlemiştir. Kemalist seçkinlerin tarih ve dil reformlarına girişirken hedeflediği birkaç temel başlık vardır: Osmanlı geçmişinden kopmak, Türklük üzerinden özgüven yaratmak, tarihin içinden moderniteye uygun anlatılar yaratarak Batılılaşmaya hız kazandırmak, dili homojenleştirmek suretiyle ulusu tahayyül etmeyi mümkün kılmak ve Misak-ı Milli sınırları içinde varlığı kalıcılaştırmak için bu toprakların “otokton” halkı olunduğunu kanıtlamak.
Bu çerçevede inceleyeceğimiz ilk olay Türk Tarih Kongresi ve yeni rejimin tarih tezidir. Türklerin medeniyet kuran bir ırk olduğuna dair önkabulü merkezine alan Türk tarih tezinin kökleri 19. yüzyıla kadar uzansa da resmileşmesi ancak 1930’larda tek parti döneminde gerçekleşmiştir. Birinci Türk Tarih Kongresi 2 ile 11 Temmuz 1932 tarihleri arasında toplanmıştır. Kongrede sunulan tebliğlerin ana ekseninde Türklerin Anadolu’nun yerleşik halkı olduğunu kanıtlama çabası göze çarpmıştır. Afet İnan ise Pittard’a referansla Türklerin sarı ırka değil Ari ırka mensup olduğunu savunmuştur. Buradaki amaç Türkler hakkındaki Batı menşeli önyargıları kırmak için “ırkın kabiliyetine” atıfta bulunmaktır. Bir yandan Orta Asya’daki köklere diğer yandan da Anadolu’nun kadim medeniyetlerine vurgu yapma ve sahiplenme mesaisi, “köksüzlük” problemini çözme doğrultusunda atılmış adımlar olarak da değerlendirilebilir.
Yeni rejim, resmi ideolojiyi oluştururken dil konusuna da el atmıştır. Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu topraklarında Türkçe dışında dil konuşan çok sayıda halk vardır. Amaç tüm halkların resmi dili Türkçeyi, seçkinlerin formüle ettiği biçimiyle öğrenmesidir. Bizzat Mustafa Kemal ve yeni rejimin seçkinleri, Türk milletinden olanın Türkçe konuşmasının şart olduğunu düşünmüştür:
“Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildi. Türk milletindenim diyen insan her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”
Dildeki reformların üç aşamada gerçekleştiğini vurgulamak elzemdir. İlki yukarıda değindiğimiz Latin Alfabesine geçiştir. İkincisi ise dilde sadeleştirme çabası ve Güneş Dil Teorisi’dir. Kemalist seçkinler, Türkçe konuşmayı yüceltirken dili de sadeleştirme çabasına girmişlerdir. Kökleri cumhuriyet öncesine kadar uzanan dilde sadeleşme düşüncesi yeni rejim ile ivme kazanmıştır. Türk Dil Kurultayı 23 Eylül 1932’de toplandığında Türkçe üzerine fikir beyan eden iki kanadın var olduğunu ileri sürebiliriz. İlk kanatta dilin devrimci metotlarla değiştirilemeyeceğini savunan az sayıda yazar ve dilbilimci vardır. İkinci kanat ise dilde radikal bir sadeleşme ve reform hamlesinden yanadır. Neticede radikal reformdan yana olanların görüşleri rağbet görmüştür. Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla temelleri atılan kurum, dili Arapça ve Farsça sözcüklerin “boyunduruğundan kurtarmak” amacıyla yeni sözcükler bulmaya başlamıştır. Osmanlıca’nın halkın değil de havasın dili olduğunu savunan Kemalist “uzmanlar”, Orta Asya’daki Türk dillerinden sözcük devşirme arayışına girmiştir. Aynı zamanda okullarda ve Halkevi dergilerinde yeni sözcük yarışmaları düzenlenmiştir. Bu süreçte çok sayıda yeni kelimenin üretildiğini ancak bunların sadece bir kısmının gündelik dilde benimsendiğini ifade etmek gerekmektedir. 1933 ve 1934’te basılan kaynaklarda anlaşılmakta güçlük çekilen bu sözcüklerin kullanıldığı ancak 1935 sonrasında bir bölümünün terk edildiği gözlemlenebilir. Türk Tarih Tezi ile ilintilendirilen Güneş Dil Teorisi 1935’te gündeme gelince masa başında sözcük bulma çabasına çok gerek kalmamıştır. Güneş Dil Teorisi, Türkçenin bütün dillerin kaynağı olduğunu iddia eden bir tezdir. Böylece Arapça ve Farsça’nın da kök dilden geldiği ileri sürülmüştür. Bahsi geçen tez taraftar bulunca sadeleştirme operasyonları irtifa kaybetmiştir.